17 Eylül , 2.Sayı,1. Sayfa

Ferit Paşa Kabinesi İle Kat'-ı Münasebet (ilginin kesilmesi)

Heyetin ilk adımı

Sade bizim değil, her devletin devr-i inhitatında (zayıfladığı devirlerde) teyit edilmiş (doğrulanmış) içtimai ve siyasi bir "Hadis-i şerif" olduğunu hatırlamak için bu günkü vaziyetimizden güzel bir vesile olamaz; bu "Hadis-i şerifin" yalnız meâlini tekrar ediyorum: "Siz ne mahiyette olursanız evliya-yı umurunuz (iş başındakileriniz) da o mahiyette olur! " Fihakika (doğrusu) dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir devrinde büyük ve mütemeddin (uygar) bir millet bulamazsınız ki :başındaki hükûmet bir takım hırsızlardan , hainlerden, vatanlarını satmağa başlamış hayasızlardan ve hangi asırda bulunduğunu unutmuş bir takım cahillerle gafillerden mürekkep olabilsin. Çünkü: Öyle bir millet, böyle bir hükûmeti bir dakika başında tutmaz ve yerine kendi vicdanı ve kendi iz'anıyla , tahassıs (işinin uzmanı) bir heyeti ikame eder (iş başındakilerin yerine geçirir).

Zulme,hıyanete , gaddarlığa, hırsızlığa tahammül edebilen milletler şer'en de aklen de ancak zalim, hain, haksız ve hırsız olan , velhasıl (sonuç olarak) maneviyesi (inancı)tamamen bozulan milletlerdir. Avrupalılar da bilâhare , bundan mülhem olarak (etkilenerek/ilhâm alarak) "Her millet müstahak olduğu hükûmete nail olur" demişlerdi.

Son zamanda bu büyük hakîkat resmi notalarla da te'yid edildi (doğrulandı). Filhakika bu gün İstanbul'a yalnız Babıâli hadimlerine (hızmet görenlere) karşı icra-i sadaret etmekle (Sadrazamlık görevini yapmakla) mes'ul olan hain, bundan bir kaç ay evvel kendi kendini baş murahhas tayin edip hempalarından (yardakçılarından) bir kaç sersemle Paris'e (*) gittiği zaman , devletin menafiini iffetlice müdafaa için Sulh konferansı reisi Mösyö Clamenceau'ya bir muhtıra tevdi' etmiş ve buna mukabil Clemenceau da kendisine bir cevabi nota göndermişti. Bu cevabın en şayan-ı dikkat (dikkat çeken) noktalarından biri, Ermeni fecaiinin sırf o zamanki hükûmet tarafından irtikab edildiği (işlendiği /yapıldığı) ve bunda milletin hiç bir takdiri olmadığı hakikatini cerh (çürütmek) için zikr edilen nazariye (ön görü / görüş) idi. Mösyö Clemenceau diyordu ki: "Dünyada her millet,icraatına tahammül ettiği hükûmetin , mes'uliyetine iştirâk etmiş demektir; ma'sum olan milletler, seyyiatını (kötülüklerini suçlarını)gördükleri idareleri ıskat etmiş (düşürmüş) olanlardır." Bu söz pek doğru ve bilhassa zulme karşı isyanı nas katiyle (insanlığa) emr eden İslamiyet ahlâkına da pek muvafık olmakla beraber, Ermeni meselesine kabili tatbik (uygulanabilir) olamazdı; çünkü o meselede Müslümanlar müdafaa-i meşrua (haklı savunma) vaziyetinde idiler. Fazla olarak milletimiz harp zamanındaki zalim idareyi ıskat etmemiş olmakla da itham edilemezdi. Çünkü: O zaman devlet harp içinde idi. Dahilde bir hükûmet meselesi çıkarmak, Osmanlı tali-i harbini (harp sonrasını) herhalde alt üst ederdi; fakat Mösyö Clemenceau'nun sözü bu günkü vaziyetimize tatbik edilecek olursa , en doğru ve en büyük bir hakikat mahiyetini almış olur; bu gün başımızda ne bir harb-i umumi gailesi ve ne de tali-i harbi haleldar etme (bozma) tehlikesi vardır. En büyük gailemiz , başımızda milletin maksadını çiğnetmekle zevk alan ; yoksul Mehmedin arzını (toprağını) Yunan eşkıyasına teslim etmekle cep dolduran , milletin yüzüne karşı utanmadan " size kim ne yaparsa yapsın, sesinizi yine çıkarmayacaksınız ! " diye mırıldanan ve sonra da Padişah'a dönüp altı vilayetten vasi bir Ermenistan yapmak lüzumundan dem vuran hayasız bir heyet-i vükelâ (bakanlar kurulu) bulunması ve en müthiş tehlikenin de bu hain hükûmetin Kürdü Türk üzerine , Türkü Kürt aleyhine sevk ederek Müslümanları birbirlerine kırdırmak istemesinin resmi vesikalarla tahakkuk etmiş (meydana çıkmış) olmasıdır.

Böyle bir vaziyet karşısında Müslüman bir millet için nasıl hatt-ı hareket ittihaz etmek zarureti (hareket yönünü belirlemek zorunluluğu)olduğu, iki emr-i din, ve bir Osmanlı heyet-i içtimaiyesinin (toplumunun) bağlı olduğu mecburiyet-i siyasiye (siyasi zorunluluk) ile Avrupa devletlerinin bir ihtar-ı resmiyesinin vuzuhu (açılığa kavuşması) ile tebeyyün eder (anlaşılır) .

Bir millet-i islamiye (Müslüman millet) için böyle bir hükûmetle katı' münasebet (ilişkiyi kesmek) en büyük farize demektir. Çünkü Kur'an-ı Kerim ehli imana müteaddit ayetlerle , zalime karşı isyan etmelerini emr etmekte olduğu gibi , biraz evvel bahsettiğim hadis-i şerif ile de bunun ne büyük bir vazife-i diniye olduğu sabittir. Fazla olarak eğer mevcudiyet-i siyasiyemizi idame (devam) ettirmek istiyorsak Osmanlı sıfatiyle de, Osmanlı tebaasını yakıp kavuran bir hükûmetin icraatına tahammül etmemekle mükellefiz. Çünkü hakkımızda son hükmü verecek olan Avrupa bize diyor ki :" Bir millet , icraatına tahammül etmiş olduğu bir hükûmetin mes'uliyetine iştirâk etmiş demektir".

İşte bütün bu dini , siyasi ve bilhassa hayati mecburiyetleri nazar-ı itibara alan millet, Kürt aşiretlerini ,Harput valisi "Ali Galip" ismindeki rezilin kumandası altında Sivas Türkleri üzerine gönderen heyet-i vükelânın bu son hıyanetine ait resmi vesikaları görür görmez , geçen akşam Allahın emrine, Peygamberin kavline , kendi hakkının büyüklüğüne ve bilhassa sulh konferansı reisinin de tavsiyelerine ittiba ederek (uyarak) telgrafhanelere hücum etmiş ve sabaha kadar Anadolu'nun bilâistisna (istisnasız) bütün vilâyetlerinden , sancaklarından kazalarından İstanbul'daki hain hükûmete sürekli bir lânet-i milliye (milletin lânetini) yağdırmış ve o günden itibaren Heyet-i vükelâ ile her türlü alâka-yı resmiye ve hususiyesini (resmi ve özel ilgisini) kat' etmiştir (kesmiştir). .Millet, böyle bir hükûmete müstahak olmadığını bu büyük ve müttehid (birlik içinde) hareketiyle bütün cihana karşı ispat etmiş olduğu gibi, Mösyö, Clemenceau'nun tavsiyesini de yerine getirerek gelecek müzakerat-ı sulhiye esnasında (barış görüşmeleri sırasında) bir de bu günkü hükûmetin şerik-i harimi add edilmekten (gizli ortağı sayılmaktan) kendini kurtarmıştır. Fazla olarak bu suretle her türlü ta'rize (dokundurmalara /imalara) karşı milletiyle beraber olduğunu söyleyen Padişah ile millet de ittihad etmiş(birlik olmuş) olduğundan artık hainler için adalet-i milliyeye teslim-i nefs etmekten (milletin adaletine teslim olmaktan) başka bir iş kalmamış demektir . İsmail Hami

(*) Paris sulh konferansı:1. Dünya savaşından sonra Osmanlı devleti ile yapılacak anlaşmanın şartlarını kararlaştırmak üzere itilâf devletleri tarafından Paris'te düzenlene Konferans (şubat 1919). Eski sadrazam Tevfik Paşa, Dahiliye nazırı Reşit Bey, Maarif Nazırı Fahrettin Bey ve Nafıa nazırı operatör Cemil Paşa'dan oluşan Osmanlı devleti delegeleri İtilaf devletlerince belirlenen 10 Mayısta Paris'te hazır bulundular. Kendilerine bildirilen barış şartlarına göre : Trakya,İzmir bölgesi,Ödemiş,Tire, söke, Akhisar eve Kırkağaç Yunanlılara veriliyordu. Türkiye'nin güney sınırı Mardin, Urfa, Antep ,Amanos ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçecekti. Doğuda bir Ermeni devleti kuruluyor ve bunun sınırının tespiti A.B.D. başkanı Wilson'a bırakılıyordu. Bunlardan başka Silifke, Ulukışla, Niğde, Aksaray, Ilgın Akşehir, Afyonkarahisar, Kütahya yöresi ve Balıkesir İtalya'ya, Diyarbakır, Sivas, Harput ve Tokat yörelerine kadar olan bölge Fransa'ya bırakılıyordu. Ayrıca İstanbul, İzmit , Edremit ve Bursa'yı kapsayan boğazlar bölgesinde bayrağı ve bütçesi olan bağımsız bir yönetim kurulacaktı. Anlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra doğuda bir Kürt devleti kurulabilecekti. İzmir'de yalnız dış kalelerin birinde bir Türk bayrağı bulunacak, ama yönetim Yunanistan'ın elinde olacaktı. Tehcir işlerine karışanlar için kurulacak hakem heyetleri , sürgün ve mal müsaderesi cezası verebileceklerdi. Yabancı okul ve yüksek okul mezunu olanlar Osmanlı ülkesinde her işi serbestçe yapabileceklerdi. Anlaşmanın azınlıklarla ilgili bölümlerinin uygulanması için itilâf devletleri her tedbiri almakta serbest olacaktı .Osmanlı devletinin silahlı kuvvetleri azaltılacak , her türlü tahkimat yasaklanacaktı. Polis. Gümrük memuru, orman bekçisi sayıları 1913 yılındaki kadar olacaktı. Savaş suçlusu sayılacaklar yargılanmak üzere İtilâf devletlerine teslim edilecekti. Devletin mali işlerini Fransa, İngiltere ve İtalya'nın üye bulunduğu bir komisyon yürütecek , Osmanlı üyelerin ancak danışma niteliğindeki konuşmalarda oy hakkı olacaktı; devletin bütçesini bu komisyon yapacaktı. 1600 tonluk ve daha büyük bütün deniz vasıtaları teslim edilecekti. Devam edecek olan kapitülasyonlardan İtilâf devletleri ile birlikte Ermenistan, Bulgaristan ve Hicaz devleti uyrukları eşit olarak yararlanacaklardı. Bu şartları öğrenen Osmanlı heyeti, İtilâf devletlerine bir muhtıra vererek şartları protesto etti ve muhtırada "Türkiye'nin ortadan kalmasını istiyorlar; o halde hükümlerini kendileri yerine getirmelidirler; dinlenmemiş olan mahkûmdan hükmü imzalamasını ve kendilerine yardım etmesini istememelidirler"dediler. 10 Haziranda Damat Ferit Paşa'da Paris'e geldi ancak herhangi bir anlaşma sağlanamadığından Osmanlı heyeti İstanbul'a döndü (11 temmuz 1919)(Meydan Larousse)