3 Kasım 10. Sayı , 1. Sayfa

Harekât-ı Milliye ve Fransa

Fransız efkâr-ı umumiyesinde aleyhimizdeki yazıların sükûtyab olmağa (durgunlaşmaya / durulmaya) başladığını kaydetmiş idik.

Filhakika tarih-i Osmaniyenin sahayif-i siyasiyesine ( doğrusu Osmanlı tarihinin politika ile ilgili sayfalarına) müracaat edilirse Fransız milleti ile Türkler arasındaki münasebet-i siyasiyenin manevi bir şekil aldığı tebarüz eder (ortaya çıkar), bilhassa Islahatdan sonra hükûmet-i Osmaniye, Fransa medeniyetinden bir çok şeyler almış ,Fransa teşkilat-ı askeriyesinin nizamat ve kavanini, sanat ve sanayiini adeta taklit etmiştir.

Mekteplerimizde Fransız lisanı hâkim olmuştur. Fikir ve his itibariyle olan bu rabıta (bağ) Türklerde Fransa'ya karşı öyle bir karabet-i maneviye (ruhsal yakınlık) husûle getirmiştir ki harb-i umumi badiresinin zuhuru bile bu muhabbeti izaleye (gidermeye)muvaffak olamamıştır.

Türkler bu güne kadar Fransa medeniyetinin pişdarlık (öncülük) vazifesini ifa etmişlerdir. Fransa medeniyeti , Fransız milletinin meftunu olduğu desatir (düsturlar ) Türkiye tarikiyle (yoluyla) Asya'nın cahil ,esir ve nalân olan (inlemekte olan) akvam-ı mahkûmesinin ruhlarına sirayet etmekle (esir milletlerin ruhlarına işlemekle) ve bu suretle büyük Fransız milletine olan hürmet ve muhabbet hisleri de bu diyarlarda geniş bir alan bulmuştur.

Fransızların dahi bu noktayı bilmelerini arzu ederdik .Takdir edilmeyen bir muhabbet nihayet mahkûm-u nisyan (unutulmaya mahkûm)olur. İhtiyar Clamenceau’nun (Klamenso) şark siyasetini Fransız milleti hesabına pek tehlikeli,pek yanlış zan ediyoruz. Clamenceau Türklerin harb-i umumiye girmesini bir türlü afv edemeyerek (bağışlayamayarak) Asya’nın bu eski kahraman ,bu fedakâr milletine karşı açıktan açığa bir siyaset-i imhaiye ta’kib etmeye ve her hatve-i siyasetini ( yok etme politikası izlemeğe ve her siyasi adımını) Yunanlılık âmal ve efkârına tevfik etmeğe ( emel ve fikirlerine uydurmaya) başlamış gibidir.

Türkler harb-i umumiye girdiler ve en sonra müttefikleri ile birlikte mağlup oldular. Harbe dühûl keyfiyeti (katılma konusu) yine Fransız ve İngiliz milletinin netice-i hatasından (hatasının sonucundan ) başka bir şey değildir. Yalnız Türklerin değil ,yüz milyonlarca âlem-i İslamcın kâbegâh-ı ma’nevisi olarak bulunan ve makam-ı saltanat ve hilâfet olan İstanbul’u , müttefikleri bulunan Rusya’nın tehdid-i istilâsına maruz (istilâ tehdidi ile karşı karşıya) bırakmamalı idiler. Türklerin harb-i umumi ile hiç bir menfaat ve alâkaları olamazdı. Fransa .. ... yapabilirdi. Fransa da Türkiye’nin tarihi düşmanı olan Çarlık Rusyası ile birleşerek Çanakkale’ye geldi . Çanakkale muharebatının şiddet-i azâmetinin esbabını bunda aramak lâzımdır.

İstanbul’un Türkiye’nin kalbi olduğunu anlayan Osmanlı ve Müslüman gençliği Fransa’ya karşı ,Rus tehlike-i istilasından dolayı istimal-i eslah (silah kullandığından) ve mukavemet ettiğinden pek müteessirdi. Fransa rical-i mes’ule-i siyasiyesi (sorumlu politikacıları) isteseydi Türklerin harbe dühûlüne mani olabilirdi (girmesini engelleyebilirdi).

Rus tehlikesini bertaraf etmek şartiyle hiç bir Türk ve Müslüman Fransa’ya karşı mukavemet fikrinde değil idi.

Nihayet harb ma’lûm olan netice ile bitti. Mağlup olduk. Gâliplerle Wilson prensipleri uyarınca akd-i mütareke edildi (ateş kes anlaşması yapıldı).

Şerait-i mütarekeyi vaz' eden gâlip devletler meyanında (arasında) bulunan Fransa dahi diğer gâlipler gibi bu şeraiti hakim kılmak istemedi .Her gün ihlâl edilen şeraite karşı ref edilen (yükseltilen)protestolara ehemmiyet vermedi.

Nihayet kemâl-i teessürle (büyük üzüntüyle) söylemek isteriz ki mevcudiyet-i milliyemize tehditkâr bir vaziyet ( ulusal varlığımıza kastedici bir tavır) alındı. İzmir’in işgâlinde Fransa’nın dahi bir hisse-i mesuliyeti (sorumluluk payı) vardır. İşgal kararını veren âli komisyonun riyasetinde Mösyö Clamenceau’nun bulunması garip bir tesadüftür.

Harb bittikten sonra da Fransa’nın ta’kib-i hatada ısrar edeceğini hiç zannetmiyorduk ve hâlâ da zannetmek istemiyoruz. İngiltere ile Suriye hakkında Fransa’nın bir anlaşma akd ettiği ve hatta Çanakkale muharebatında bir kolunu gaib eden General "Gauraud"nun bu vesile ile Suriye'ye geldiği malûmunuzdur.

Suriye hakkında Fransızların düşünce ve bakış açıları pek eskidir. Fakat Sureye’ye hudud olmayan ve bu kıt’a ile alâka-i tarihiye ve diniye (tarihsel ve dinsel ilgi) den başka merbutiyeti (bağlantısı) bulunmayan Adana , Maraş , Ayınteb , Urfa gibi aksam-ı memâlik-i Osmaniye’nin (Osmanlı ülkesinin parçalarının) işgâline devam olmasına hiç bir sebep görmüyoruz. Her ne kadar bunun muvakkat olduğu hakkında şayiat (söylentiler) varsa da fiiliyatını görmedikçe cerayen-ı hadisat bizi dilhun ediyor (olayların akışı kalbimizi yaralıyor).

Biz Fransız milletine hitab ediyoruz ve söylemek istiyoruz ki vatan dahilinde kalan anasır-ı islamiye (Müslüman unsurlar) kat’iyen yaşamağa azm ve iman etmiştir ve asırlarca hür ve müstakil yaşamış hiç bir esaret-i ecnebiyeyi kabûl etmemiş olan bu akvam (kavimler) yaşamak için ne lâzımsa yapacaklardır. Bu uğurda ölmek, mahvolmak lâzım gelirse onu en şerefli vazife-i namus telâkki edecektir.

Hürriyet-i beşeriyenin doğup yayıldığı yer olan Fransa’da, yaşamak isteyen bir milletin irade-i âliyesinin (yüksek iradesini) takdir edileceğine hiç şüphemiz yoktur. Bunun için bazı yeni siyasiyeye hacet kalmadan Fransız kuvve-i işgaliyesinin ve İngilizlerin aksam-ı vatandan çekileceklerini ve şerait-i mütarekeye riayet edeceklerini (mütareke şartlarına uyacaklarını) ümit etmek istiyoruz.

Türk dostluğunun bahusus (özellikle) muharebeden sonra Fransa için haiz-i ehemmiyet olacağı(önem taşıyacağı) kanaatındayız. Fikir ve his itibariyle merbutiyet-i maneviyesini (manevi bağlılığını)ifade eden bir milletin muhabbeti büyük bir şeydir.

Hakk-ı hayat ve istiklâl-i vatan için her şeyi göze almış olan milletimizin aradığı desteği Fransa’da bulacağını artık bu gayri meşru işgallerden sarf-ı nazar edilerek (vaz geçilerek) şarkda sulh ve sükûnetin te’sisine çalışılacağını beklemekte haklıyız

 

10 Kasım , 11 . Sayı 1. Sayfa

İntihabat

Bir hak veya bir vazife olmak üzere telakki edilen intihabat (seçimler) şüphe yok ki nefs-el- emr de (aslında) bir “kuvvettir.” Zira tabiatta olduğu gibi umur-u içtimaiyede (toplumsal işlerde) dahi esasen hukuk değil, kuvvetler vardır .

Alelıtlak (genel olarak /salt/ mutlak) hayatta taharrük, tahassüs, tagaddi, teneffüs (hareket etmek, hissetmek, beslenmek, nefes almak) ve bu ihtiyac-ı insaniyete ilaveten tefekkür ve tekellüm (fikir yürütme ve konuşma) ne ise içtimaiyatta da "intihab" (seçim) odur. Öyle bir lâzıme-i tabiiyedir (doğal gereksinimdir). Bu kuvvet bir müellif-i şehirin (en büyük yazarın) teşbihi veçhile “el............” gibi fırtına tevlit ve sonra teskin eder. (doğurur/ vücuda getirir ve sonra yatıştırır).

Pek ayandır (çok açıktır) ki intihab mevcut olmadığı zaman efrad-ı milletin (milletin bireylerinin) iradesi bir tazyik (baskı) altında kalır; bu tazyik bir gün infilâkı (patlamayı) ve o infilâk ise ekseriya inkılaba müntic olur (değişim sonucunu doğurur). Fakat efrad (kişiler) intihabı icra ederse (seçimi yaparsa) kuvvet, sükûn içinde sarf edilmiş olacağından, bu tehlike tabiaten bertaraf edilmiş (doğal olarak ortadan kaldırılmış) olur .

Buraya kadar bir kanun-u içtimai (toplumsal yasa) ve bir kuvvet olarak tetkik ettiğimiz intihab, efrada intikal itibairyle (incelediğimiz seçim, bireysel açıdan) “hak” şeklini alır. Herkesin intihabattan hakk-ı istifadesi (yararlanma hakkı) olduğu gibi intihaba iştirâk hakkı da mevcuttur. Bir çok zaman bu hak gasb olmuş ve yalnız imtiyazlı bazı eşhasa (kişilere) verilerek, efrad-ı milletten bir kısmının bunu icraya naehil (ehliyetsiz/yetersiz) oldukları zu’m edilmiş (zannedilmiş) ise de haktan mahrum olanlar yer yer ve zaman zaman o hakkın bir cüzüne (parçasına) olsun iştirâk etmek lüzumunu ileri sürerek, yine muhtelif zamanlarda ve mütesavvi (eşit) şekillerde o kuvveti istihsal (elde etmiş /üretmiş) ve o hakkı isti’mal etmişlerdir (kullanmışlardır)

Kavanin-i tabiiye (doğa kanunları) gibi kavanin-i içtimaiye (toplumsal kanunlar) dahi tahakküme karşı ve bilhassa irade-i milliye ile tagallüp düsturu, ma’kul-i tekâmülat-ı medeniyye muvacehesinde (baskıya karşı özellikle milletin kararıyla zorbalık prensipleri ,uygarlığın ilerleme mantığı önünde ) iflas etmiştir. .... tahakküm iken kuvvet-i intihabiyeye salahiyetini (yetkisini) on bir sene evvel celadetkâr ile (yiğitlikle) ispat eden muhterem milletimizin hakk-ı intibaha iştirâki (seçime katılımı) geçen senelerde ma’alesef kısmen gasb edilmek istenmişti. .. ve mühlik (öldürücü) cereyanların mütevali (ardsız aralıksız) sürmesinin vicdan-ı millide uyandırdığı. İnfial (kızgınlık) ve tahammülden bil istifade tedvir edilen (döndürülen/çevrilen) bu müdahale politikası, müdiran-ı umur hesabına bir hata-i fah ( çok büyük hata ) olarak kayd edildiği gibi, hayat-ı meşrutiyete ait tecarib -i milliyenin (milli denemelerin/tecrübelerin) en güzidesi olmak üzere nef’i milli (milli çıkar/yarar) sütununa da geçirilmişti. Harb-i zailin mesail-i tabiiyesi ( sona eren harbin doğal sorunları) arasına bir kısım ecanibin (yabancıların) istiklâli-millimize ve tamamiyet-i mülkiyemize su’i kasd edebilecekleri ihtimali girince ve bu an-ı muvahhişde su’i tesadüfün reiskâre ( ürkütücü anda kötü rastlantının iş başına) geçirdiği bazı kimselerin lâkaydı -i hayretengiz ( şaşılacak derecedeki ilgisizliği) o ihtimal-i meşumu (uğursuz olasılığı) elle tutulabilecek bir hale takrib edince (getirince /yaklaştırınca), nâgehan (birden bire/ ansızın) Türk milletinden, bu reddenin (seviyenin) üzerinde bir sarsarengiz avaze ( fırtınalar koparan bir haykırış / ses) yükseldi ve kuvvetimizin varlığını haykıran bu avaze-i metin (sağlam haykırış) olarak en sağır kulaklara kadar erişti.

İrade-i milliyenin infilâkından (patlamasından) başka bir şey olmayan bu hareket-i tabiiye bir taraftan da intihabatın te’minini istihdaf eylediğinden (seçimlerin gerçekleştirilmesini amaç ettiğinden), elyevm (bugün/hâlâ) bütün memalik-i Osmaniyede kemâl-i germi ile mücadelât-ı intihabiyeye (büyük ve sıcak bir ilgi ile seçim çekişmesine /mücadelesine) girişmiş bulunuluyor. Bu mücadelenin en kıymetli noktası kemâl-i fahr (büyük bir onur) ile kaydediyoruz ki her türlü tazyik ve müdahaleden ari (baskı görmemiş ve araya girilmemiş/karışılmamış) bulunmasıdır.

Milletimizin yaşamak ve yurtdaki bin yıllık hakk-ı tarihisini şerefli bayrağı altında muhafaza etmek azmini, iltizami (bilerek yapılan) bir ima ile görmeyenlere o azm-i tezelzül ile iraede (sarsılmaz bir kararlılıkla göstermekte) güçlük çekmeyen millet, intihabatı her hür-ü meş’ur icra ile rüşd-ü siyasisini (özgür ve bilinçli olarak yaparak siyasi yetkinliğini) de dahil ve harice karşı izhar etmek(göstermek) istiyor.

Her tarafta meşhud olan ateşli mübarezat arzu-yu müteyakkızaneyi ( gözle görülen ateşli tartışmalar dikkatli davranma arzusunu) parlak surette ispat ediyor.

Âmal ve metalib-i milliyenin müdafii (milletin emel ve isteklerinin savunucusu) olacak mebuslarımızın böyle bir intihab ile sine-i milletten doğmuş hakiki bir vekil-i meşru (yasal vekil) sıfatiyle meydan-ı mücadeleye atılmaları istikbâlimizin kemâline berat-ı istiklâl (geleceğimizin olgunlaşmasına özgürlük nişanı) ve tarihimiz içinde bir sahife-i şerefe nail olacaktır ( yüceliğe kavuşacaktır).

10 Kasım , 11. sayı , 2. Sayfa

Ferit Paşa’ya Cevaptan Sonra

Şarki Anadolu'muzun kilid-i ekberi (en büyük kilidi), aziz vatanımızın şanlı bir kalesi olan mübarek Erzurum’umuzda, mütarekeden beri duçar olmakta bulunduğumuz ahd-i şikenliklere (karşı karşıya bulunduğumuz yemin bozmalara), haksızlıklara karşı , feryadeden milletin sesi ”Albayrak "da kemâl-i fahr (büyük bir övünç) ve şükranla okuduğumuz bervechi ati (aşağıdaki) makaleyi .milletin hissiyatına (duygularına)ruhuna tercüman olmak itibariyle aynen derci bir vazife-i milli addeyledik.( sütunumuza almayı bir milli görev saydık)

"İttihatçılık İddialari

Türkiye ajansı, Sabık sadrazamla hempalarının Düvel-i İtilafiyeye müracaat ederek Harekât-ı Milliyenin arkasında ittihatcılığın gizli bulunduğunu ve kendilerine muavenet etmelerini talep ettiklerini ve Venizelos’un da aynı mealde (anlamda) bir müracaatta bulunduğunu bildiriyor.

Biz bu haber karşısında hem müteessir ve hem de memnun olduk. Müteessiriz, çünkü en mukaddes,en pâk ve samimi emelleri makûs bir mahiyette (talihsiz bir durumda) göstermek suretiyle hariçten muavenet talep edecek (yardım isteyecek) ve şahsi ihtiras ve menafii için vatanı işgale , istiklâli tehlikeye bırakacak kadar namus ve haysiyetten mahrum şahısların aylarca başımızda kalmasına tahammül gösterdik.

Memnunuz ,çünkü âmal-i milliyenin her türlü fırka ve şahsi emellerden uzak bulunduğunu bir kere daha te’yide vesile (doğrulamaya neden) bulmak kemâl-i samimi ile (büyük bir içtenlikle) ve âmâl-i milliyenin karar ve teşebbüsleri ile ispat ederiz ki harekât-ı milliye sırf hukuk ve istiklâlimizin müdafaası maksad-ı meşruasından (haklı amacından) doğmuştur. Şu ve ya bu tesirden bahs etmek milletin namus ve hayatına karşı yapılmış bir tecavüzdür. Çünkü Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bütün Müslümanları aza-yı tabiiyesinden addetmiş (doğal üyelerinden kabul etmiş) ve içtima- fırka (toplanma-bölünme) asla gözetmemiş olduğundan faal azaları meyanında (arasında) her fırkadan zevat vardır.

Âmal-i milliye (ulusal amaçlar) Erzurum, Sivas kongrelerinde tekrar tebellür eden (billurlaşan) ,vatan ve milli esaslardan ibarettir. Bu hususta muhalif bir ferd tasviri mümkün değildir; bu doğrudan doğruya vicdan-ı millinin tahavvülüdür (şekillenmesidir). Âmal-i milliye bir fırka veya bir zümrenin te’sirinden doğmuş olsa idi, namzed-i iraesi (aday gösterme) suretiyle intihaba iştirak etmemeğe kara verilir mi idi ? Âmal-i millinin arkasında başka şahsiyetler bulunsaydı Heyet-i Temsiliye azası resmi vazife kabul etmekten içtinab edermiydi (çekinir miydi).

Vatan ve millet endişesinden başka bir emel mevcut olsaydı ulüvv-ü umuminin leyhinde bulunmak mümkün olurmuydu? Memlekette kanun ve meşruiyetin hükümran olmasından ayrı bir düşüncenin vücudu bulunsaydı Meclis-i Millinin in’ikadından (toplanmasından) evvel bir takım yeni vaziyetler almaya teşebbüs edilmez mi idi ?

Daha açık söyleyelim : Ferit Paşa’nın ve hempalarının dedikleri gibi Hareket-i Milliyenin arkasında Talat’lar , Enver’ler olsa idi ilk defa harb mücrimlerinin muhakemesini talep etmek kabil olurmuydu ? İşte yüksek sesle söylüyoruz : Bu nev’i iftiralar milletimizin ehliyetsizliğini, düşmanlar nazarında ispat için söylenmiş hezeyanlardan başka bir şey değildir. Biz bu türlü iğrenç sözleri bir avaveden (köpek havlamasından) başka bir mahiyette göremeyiz.

Necip milletimiz, mevcudiyetini kaplayan tehlikeyi gördü ve bu te’sirle vazife başına geçti. Hiç bir fırkanın ,hiç bir şahsın arzusuna,âmaline mümaşat etmemiş (uymamış/ yandaşlık) etmemiş, ve etmeyecektir. Millet hiç bir zaman, tarihin kucağına defn ve tev’di etmiş olduğu ittihad ve terakkiyi ihya etmeyi hatırına getirmemiştir. İttihat ve terakki artık bir mevcud-u tarihiyedir , saha-i hayat da yeri kalmamıştır. Bu ismi her söz başında tekrar etmek ve şahsi menfaatlere alet ittihaz eylemek, hayat ve icraatının hesabını vermeğe muktedir olanların işi değildir. Çünkü böyle propagandalar setr-i seyyiat (suçları kapatmak) için yapılır. Millet, vicdanı gibi pâk olan necib-i nasiyesiyle (alnının akıyla / yüceliği ile) işte meydandadır. Güneşi balçıkla sıvamak kabilse çalışsınlar.

Şurasını da zikredelim ki Erzurum, Sivas kongreleri mukarreratı müdevven dir (kongre kararları derlenip toplanmıştır). Herkes tetkik edebilir. Mukarrerat-ı esasiyenin (esas kararların) ihtiva ettiği esaslar öyle fırka gayretiyle hareket eden insanların dimağından doğacak bir şeymidir ? İstanbul'da vatanın ekseri köşelerinde herkes susturulmuş ,her his bastırılmış olduğu ve bu suretle milletin ölü sayıldığı bir zamanda ispat-ı hayata (yaşadığını kanıtlamaya) ve izhar-ı iradeye müsaraat etmek (kararını / kararlılığını göstermeğe girişmek) öyle fırkacılık gibi küçük gayretlerin mahsulü olabilir mi ?

Bu vatanın müthiş sukutu (düşüşü/ bitişi), istiklâlin üfûlü (bağımsızlığın batması ) ihtimali karşısında titreyen, kükreyen ,kıyam eden vicdan-ı milletin doğmasıdır.

Namuskâr insanlar âmal-ı milliye muvacehesinde (karşısında) başka bir hisse kapılamaz, Türkler için zulmet (karanlık) gördüğünü iddia edemez. "

Albayrak Gazetesin'den

 

 

17 Kasım, 12 .Sayı,1. Sayfa

Yeni İşgaller Muvacehesinde (karşısında)

İzmir işgalinin sine-i millette açtığı yâre bütün acısıyla devam ederken yeni yeni işgaller altında sevgili vatanımızın en kıymetli parçalarından bir çoğunun daha ezilmekte olduğuna şahit oluyoruz.

Maraş, Ayıntep ve havalisinin muvakkat akid (geçici anlaşma) ile Fransızlar tarafından işgal edilmesi, Kilikya'da Fransız üniformaları altında Ermenilere yeni bir fırsat-ı ihanet vermiş oldu ve vatanlarını müdafaa için her fedakârlığı göze alarak bütün maddi ve manevi kuvvetlerini birleştirmiş olan bu günkü Türkiye'ye medeni milletler tarafından va'd edilen (söz verilen) her türlü müzaharet (yardım) ümitlerini sıfıra indirmiş , asırlardan beri şarka karşı daima gizli bir su-i kast (kötü niyet) ihtiva etmekten vazgeçmemiş olan garp siyasetinin asla değişmediğini ve hiç bir zaman değişmeyeceğine kuvvetli kanıtlar peyda etmiş (ortaya çıkarmış) oldu.

Vakıa (her ne kadar) Türkiye bu gün selametten ve her türlü esliha-yı müdafaasından tecrit edilmiş (savunma silahlarından arındırılmış) ,mahkûm ve mazlum bir mevkide görüldüğü için hakkında tatbik edilen (uygulanan) bu zalimane ve insaniyetşikenane (zalimce ve insanlığa yakışmayan)hareketlerden mütevellit (ileri gelen / doğan) hissiyatına ehemmiyet verilmeyebilir. Fakat binlerce hakayık-ı tarihiye (tarihi gerçekler) ile kabil-i isbattır (kanıtlanabilir) ki mevcudiyetin en son hamle-i fedakâranı (özverili öne atılımı) ile müdafaaya azm eden bir millet hiç bir zaman istihfaf ve istihkâr olunamaz( hafife alınamaz ,aşağılanamaz)

Bir taraftan sulh kongresinin dağılmak üzere olduğunu ve bir taraftan şarka ait mukarreratın tayini ile iştigal vazifesinin konferansa tevdi edileceğine (sunulacağına) dair beyanlar sulh ve müsâlemet-i cihana matlub bir merbutiyet (dünya barışına, arzu edilen/ istenen bir bağlılık) ve insaniyetkârânesiyle şiddetli bir iktisab (sahiplilik) iddia ederek işe başlamış olan medeni Avrupa devletlerinin şark mesaili (Doğu ülkeleri ile ilgili sorunlar) karşısında asırlasın miras-ı desaisi (bahaneleri) olan "sürünceme" (işi uzatma -sonuçlandırmaktan kaçınma) siyasetini ita ettiği gibi diğer taraftan bir çok aksam-ı vatanın (vatan parçalarının) hiç bir sebeb-i ciddiyeye istinat etmeksizin (ciddi nedene dayanmamadan) işgal edilmekte devam edilmesi de bu siyaset-i meş'umenin (uğursuz politikanın) kazandırdığı boş bir tereddütle mahmûl (duraksama ile yüklü) vakitlerden bilâistifade (yararlanarak) eski taksim esaslarına raci' (geçerlilik kazandıran) emr-i vakiler ihdasına ( oldu bittiler yaratılmasına) çalışıldığını göstermektedir.

En müthiş ve felâketengiz ihtimalâtı bile derpiş ederek (olasılıkları bile göz önünde bulundurarak) icap ederse son ferdine kadar çarpışmağa ve ölmeğe hazırlanmış olan , memleketlerini ancak yığın yığın cesetlerine basmak şartıyla bırakabilmeğe azm eden Türkler için dolambaçlı yollardan daima tekrar eden bu haris (aç gözlü) istila emelleri ve bunlara müstenit (dayanan) emr-i vakiler , sefil bir ma'na-yı tehdid-i tazammun etmekten (tehdit anlamı içermekten), ruhani bir su-i kasda (ruhsal bir kötü niyete) delâlet (işaret) eylemekten başka ehemmiyete haiz değildir (önem taşımaz). Çünkü son varını yoğunu fedaya karar vermiş olanların artık hiç bir şeyden pervası (korkusu)olamaz.

Ancak bu işgallerin ve koca bir millete karşı kast eden bu mezalimin ehemmiyeti ,yirmi asırlık bir medeniyetin biriktirdiği efkâr-ı insaniyetperveraneyi (insanlık sevgisine dönük fikirleri), kurûn-ü vüstaya (ortaçağa) mahsus ma'hud (bilinen) zihniyetlerin tahakkümü (baskısı) ile yıkmasındadır. Bu medeniyet asrının temellerini vicdan-ı müşterek üzerinde tutan bir insaniyet-i mütemeddine (uygar insanlık) vardır ki er geç her memlekette mevcudiyetini hissettirecektir.

Bu gün medeni milletler nâmına bütün akvam-ı cihanı (dünya uluslarını) idare etmek iddiasında bulunanların hâlâ iptidai ve hissi ihtirasat (ilkel ve duygusal çıkarcılıklar) peşinde galiplerin kurûn-u vüsta i hukukunu (ortaçağ hukukunu) ihyâya ve mağlûp milletlerin hukuk-i insaniyelerini bile tanımağa temayül etmemelerini öyle zannediyorum ki bu insaniyet-i mütemeddine (uygar insanlık) kabûl edemez; yahut mevcudiyetini inkâr etmiş olan Avrupa devletlerinin riyaset-i hükûmetinde bulunan ve her nedense şarka mün'atıf (yönelik) olduğu zaman gözlerinden daima bir şerare-i kin ve ihtiras (çıkarcılık ve öc kıvılcımı) parlayan zevatın itisaf-ı efkâr (fikirlerden sapma) siyaseti , kendileri gibi mahzunun (zenginlerin/hazine saklayanların) hasis menafi-i istiareye merbut (geçici çıkarlarına bağlı) hesaplarına dokunulmamak itibariyle şayan-ı kabûl (kabul dilmeğe değer) görülse bile ümit etmek isteriz ki bunların arkasında kuvvetli münevver bir ekseriyet yalnız hakikiyeti (gerçekliği) ve insaniyeti hedef ittihaz (kabûl) eden vicdan ve irfan ile şark da istikbâlin pek mühim bir unsur-u terakki (ilerleme unsuru) ve medeniyeti olmak için her türlü kabiliyet-i uzviyye ve tarihiyeye(tarihsel ve örgütsel yeterliliğe) haiz (sahip) bir milletin boğazlanmasına lâkayt (ilgisiz) kalamayacaklardır.

İşte bunun içindir ki bir taraftan mevcudiyetimize hürmet ettiklerini iddia ederek bizi avuttukları hâlde, diğer taraftan en çirkin vesaitle vatanımızı parçalamakta devam eden ma'lûm hareketlere karşı ; biz de bir taraftan azm-i milliyemizi (milli kararlılığımızı) en son fedakârlıklara dahi şâmil (içine alan) bir ikmâl (tamamlama) ile takviye (kuvvetlendirmek), diğer taraftan da insaniyet-i mütemeddinenin vicdan-ı umumiyesine hitap etmek istiyoruz ( uygar dünyanın genel vicdanına seslenmek istiyoruz).. Şimdiye kadar olduğu gibi bu gün de hitabımız siyasi entrikaların levs ü hased (kirlilik ve çekememezlik) ile meşbu (doygun) cereyanları arasında gaip olabilir (yitebilir) . Fakat onu da bilmelidirler ki milletlerin sesi daima Hakkın sesidir ve Hakkın sesi her zaman muzafferdir ..

İrade-i Milliye