Build your own FREE website at Tripod.com Share: Facebook | Twitter | Digg | reddit

29 Aralık ,18. Sayı , 1. Sayfa

                                    Elbistan Mitingi Münasebetiyle

            Altı yüz küsur senelik mevcudiyet ve istiklâlimizi tetkik edenler (varlığımızı ve bağımsızlığımızı inceleyenler) bu milletin seciyesindeki (yaratılışındaki / tabiyatındaki) hutut-u istiklâl (bağımsızlık yolunda) azim ve iradesindeki kat’iyeyi (kesinliği) takdir ederler.

            Medeniyet maskesi ile cibilliyet-i hakikiyelerini setr eden ( gerçek mayalarını saklayan) ilim ve irfan kisvesi ile nevakıs-ı insaniyelerini ketme yeltenenlerin (bilim ve fen örtüsü ile insanlıktaki noksanlıklarını gizlemeye kalkışanların) bir hakikat karşısında biraz temkinli hareket etmeleri, hakim ve müstakil yaşamış bir milletde izzet-i nefs-i millinin (ulusal onurun/ kendisine olan saygının) ne demek olduğunu bilmeleri ve anlamaları icabeder .

            Dünyada ferdi ve umumi herhangi hitab veya itabın mesnedi(seslenmenin veya azarlamanın dayanağı) , az-çok , uzak yakın bir hak ve hakikat olmazsa, General “D....’nın” Maraş’lı dindaşlarımıza vaki’ olan tehdidatı gibi mesnetsiz ve tesiriyesi sıfır olur .

Daha düne kadar her zerre-i hâki (toprak zerresi), ecdadının , evlâd ve ahfadının ,hun-u halisiyle (saf / katıksız kanıyla) yoğrulmuş ,asırlardan beri temellük ettiği (sahib olduğu) bayrağı ve istiklâl sancağı temevvüc etmiş (dalgalanmış) ve elan bir ekseriyet-i kahr ile ( bu anda ezici bir çoğunlukla) sahip olmuş bulunduğu Adana, Urfa, Ayıntab, Maraş gibi ecza-i vatan (vatan parçaları) hiç bir sebeb-i makule istinat etmeyerek (akla uygun bir nedene dayanmayarak) haksız yere işgal eden bir Fransız milletinin generalinden bu tarz-ı tahakkümü (baskıcı yöntemi) hangi hakka istinad ettirdiğini bir türlü aklımıza sığdıramadık ve asabiyet-i diniye ve milliyemizle te’lif edemedik .( din ve vatan düşkünlüğümüzle bağdaştıramadık).

            Evet hak, kuvvetin karşısında mevcudiyetini muvakkaten gizler, fakat kuvvete istinad eden hakların pulad-ı mevcudiyetlerine (varlıklarındaki çeliğe) çarpan kuvvetler ne kadar kavi ve biaman (insafsız) olsalar da dağılmaya, parçalanmaya mahkûmdur. General “D...nun” bu hakikatten gafil olmasına ihtimal vermek abestir.

İlim ve Fen sahasında en yüksek bir mevki’i işgal etmiş olduklarını iddia eden Fransız milletinin aklı başında olması lazım gelen bir generalinin bu hakikati derk ve teyakkun etmesi (iyice anlayıp bilmesi ) lazımdır. Yalnız harb-i zailin ( sona eren harbin) hasıl eylediği galibiyet ve neş’e-i zaferini takib eden istilâ hırsları belki bu hakayıkı (gerçekleri) setr edebilir (örtebilir)

Fakat milletin mukaderatını düş-ü dirayetine alan bir general bilmelidir ki bu hakayıka agâh (geçeklerden haberli) geride bir millet ve hiç bir kuyut ve uhuda (kayıt ve anlaşmalara) müstenid olmayarak (dayanmayarak) haksız yere işgal ettiği ecza-ı vatanda (vatan parçalarında) , karşısında hakkına sahip-i azm ve iradesinde sabit bir Müslüman ve Türk milleti vardır .      Kuru tehditlerin beyhude yaygaraların hiç bir kıymet-i maddiye ve maneviyesi olamayacağını ve bu gibi hareketlerin hiç bir hak tevlid etmiyeceği (doğurmayacağı) hakikatini general cenapları anlamalıdır.

Fakat mağlubiyet, mahkûmiyet ve esaret değildir ve olamaz. Asırlardan beri hakk-ı istiklâlini koruyan, hakimiyetle yaşayan bir milletin cebren , kahren (zorla,ezerek) Mahkûm edilmesi muhal (olmayacak şey) olduğu gibi Anavatandan herhangi bir cüzün (parçanın) kayd-ı esarete (esaret altına) alınması ve parçalanması da o kadar muhaldir (olmayacak şeydir). Zira Mahkûmiyetin bir gün hitam bulacağının muhakkak olduğunu bu millet pek iyi takdir etmiştir. İki yüz senedir kaybettiğimiz aksam-ı vatanda (vatan parçalarında) ne mevcudiyet-i diniye ve ne de mevcudiyet-i ırkiye kalmamıştır. Bu hakikat karşısında Avrupa’nın medeniyet maskesine atf-ı ehemmiyet edilmesi (önem verilmesi) ve aldanılması biz Müslüman ve Türkler için bir cinayet ve ihanet teşkil der. Harbin tevlid ettiği zaaf-ı maddimizden (sebep olduğu maddi güçsüzlüğümüzden) istifadeye yeltenenler bu milletin mevcudiyet-i asliye ve maneviyesinden tegafül oluyor (bilmezden geliyor / habersiz görünüyor)) demektir.

General “ D...nun” söylediği gibi Fransız milletinin kudret-i askeriye ve vesait-i tahribiyesi (yıkıcı vasıtaları/ silahları) belki vatanımızın bir kısmını istilâya ve o kısımdaki milletimizi imhaya kâfidir. Ve hall-i mesele edilebileceği kanaati mevcut ise bu doğru olabilir. Halbuki : biz Müslüman Türkler hiç bir millete karşı izhar-ı husumet etmediğimiz (düşmanlık göstermediğimiz) gibi istilâ emellerimizde yoktur, olamaz. Buna mukabil bir hakkımız vardır ki o da ona kimseyi müdahale ettirmemek ve vaki’ olacak tecavüzata karşı da son kozumuzu oynamaktır. Bu takdirde ya şerefle tarihe intikal eder ve yahut hakk-ı hayat (yaşama hakkı) ve istiklâlimizi te’min ederek yaşarız. Bu gün hiç bir Müslüman Türk tasavvur edilemez ki mesaisi bu gayeyi istihdaf (hedef / amaç) etmesin. Mütarekeden bu güne kadar cereyan eden vukuat ve haksızlıklar bu milletde bu zihniyeti pek haklı olarak izhar etmiştir (meydana çıkarmıştır). Ve bu günün en yüksek ideali bundan ibaretdir.

Hakkımız pek açık ve sarihdir. Milletimizin arzu ve iradesine istinad eden hakk-ı hayat ve istiklâlimiz hiç şüphe yok ki bütün cihanca anlaşılmalıdır ve şimdiye kadar hiç bir sebeb-i hakiki ve mantıkiye mesnet olmayarak (gerçek ve mantıklı nedene dayanmayarak) haksız yere işgal olunan aksam-ı vatan yed-i ecanibten tahlis edilecektir.( yabancıların elinden kurtarılacaktır) İşte o zaman bir sulh ve müsalahat-ı umumiyeye (genel uzlaşmaya / barışa) kail olabilmek (inanmak) imkânı tahassul edecektir (meydana gelecektir)

Geçen nüshamızda mukarrerat-ı katiyelerini (kesin kararlarını) neşr ettiğimiz Elbistan’daki dindaşlarımızın Mitingi bu hakikati olanca vuzuh ve kat’iyetiyle ve bütün Anadolu ve Rumeli ahali-i islamiyenin ve bilhassa Sivas'lıların kanaat ve Efkârına tercüman olarak cihana ilan ve izhar etti. Ve bu meyanda Maraş’daki Fransız generali “D...” cenaplarına da iblağ eyledi (ulaştırdı). Bu vesile ile ümid ederiz ki atılan hatvelerin (adımların) , takibedilen hatt-ı hareketlerin hata olduğu anlaşılır da hakk-ı hayat ve istiklâli için feda-yı mevcudiyete azm etmiş olan bir milletin ecza-i vatanından (vatanın parçalarından) herhangi bir kısmının velev muvakkaten işgal ve tefrikine imkân mevcut olmadığı hakikati bir kat daha tavazzuh ve tebellür eder (açığa kavuşur ve netleşir) ve bu suretle medeniyet namına iddiay-ı nisbet eden (uygarlık adına iddiada bulunan) haksızlar beşeriyeti yeni bir kan ve ateş sahasına sevk etmekten sarf-ı nazar ederler (vazgeçerler).                                                                                                                                    

29 Aralık , 18. Sayı , 2. Sayfa

Heyet-ı Teşriiye

Her milletin milli dertleri , içtimai teşebbüsleriyle izale ve tedavi edilebilir (toplumsal girişimleriyle giderilir ve sağaltılabilir). Hükûmet-i Osmaniye dokuz seneden beri meşruti bir idare ile idare-i mevcudiyet etmekte idi. Bu müddet zarfında esbab-ı siyasiye ve mukteza-yı harbiyeden (siyasi nedenlerden ve savaşın gereklerinden) dolayı ruh-u millet ve memleketin bazı safahat-ı istibdadkâreneye (baskılı yönetim dönemlerine) ma’ruz bırakılmak zaruretinde kaldığına şüphesiz hepimiz şahit bulunuyoruz.

Binaenaleyh (bundan dolayı) bir çok zamandan beri iktisadi mahrumiyetler içerisinde çırpınmakta olduğumuzu da inkâr edecek bir ferd bile tasavvur edilemez. Bakir memleketimizin sinesinde medfun hazain-i tabiiyeye atf edilen haris nazarları (bağrında gömülü olan doğal kaynaklara çevrilen aç gözlü bakışları) kırmak, kendi servetimizden kendimiz istifade eylemek, hülasa (kısaca): ecanibden (yabancılardan) bazılarının vaziyetimizden bil istifade (yaralanarak) bu mülk hakkında takib eyledikleri imha ve istilâ politikalarına silahlarımızla mukabele etmek maksad-ı vatanperveranesi ile evvela Trablusgarb, Balkan; bilahare (arkasından) harb-i umumi cephelerinde ahz-ı mevki eylemeye (yer almaya) mecbur kalmıştık. Vesait-i harbiyemizin derece-i kafiyede (yeter derecede) olmaması ve buna inzimam eden (bağlı olan) esbab-ı saire (diğer sebepler) yüzünden maateessüf âmal-i milliyemize vasıl olmak (ulusal amaçlarımıza ulaşmak) imkânının istihsaline muvaffak olamadık.

Her ne olursa olsun tarihen sabit olduğu üzere kendi hayatının, kendi ulularının en ufak emirlerini pek büyük bir ehemmiyetle ve hürmetle karşılayan bu millet, günbe gün yoksulluğa katlanarak, kendi varlığını müdafaa emrinde gayr-i kabil-i tahammül tekalifin (dayanılmaz tekliflerin) hepsini kemâl-i sabr (büyük bir sabırla) ve metanetle iktinah etti (kavradı). Harp zamanlarında gayret ve hamiyete düşen vezaif-i kemâliye ( önemli büyük görevler) bihakkın ve bizzat ifa edildi. Hukuk ve istiklâliyetini idame ettirmek (devam ettirmek) için bundan böyle de vazife-i vataniyesinde zerre kadar kusur etmeyecektir. Şu kadar ki seviye-i urefanı (fen /irfan / bilgi düzeyi) esbab ve avamil-i muhtelife (muhtelif sebep ve etmenler) dolayısiyle henüz derece-i tekâmüle isal edilememiş (olgunluk düzeyine ulaştırılamamış) olduğu cümlemizce malûm bulunan şu mülkü idare edecek ellerin, sıyanet eyleyerek (koruyarak) hiçbir ecanibin (yabancının) nüfuz ve baskısı altında kalmayarak azm ve dirayetini , fatanet-i siyasiyesini (siyasi anlayışını) vatanın ihtiyacatı uğrunda sarf eylemeleri ve sırf bundan başka bir şey düşünmemeleri icabeder.

            Meb’usan intihabatı hitam buldu (millet vekili seçimleri sona erdi) Ak sakallı babalarımızla ihtiyar kadınlarımızın , kocaları düşman kurşunuyla şehit olan dul gelinlerimizle gelinlik kızlarımızın , babayiğit delikanlılarımızla beşikteki yavrularımızın velhasıl necabet (soyluluk) ve asaleti ile temayüz eden (öne çıkan) bilumum Osmanlıların hukuk-u mukaddesesini meb’uslarımızın yed-i iktidarına tevdi' ediyoruz (güçlü ellerine bırakıyoruz).

            Teessürle arza şayan bir hal (üzülerek söylemeğe değer bir durum) varsa o da bu mülkün bu ana kadar meşrutiyetten zerre kadar müsteliz (tat almış) olmayıp bilakis azim zararlara düçar (uğramak) olması keyfiyetidir. Filhakika (doğrusu) yalan söylememek lazım gelirse şimdiye kadar mukadderatımızı uhde-i hamiyyelerine (yurseverlik sorumluluklarına) terk ederek gönderdiğimiz vekillerimiz, vatan kaygusunu bahs-i ihtirasata (tutkulu konuşmalara) boğdurmak suretiyle milletin kendilerinden dört gözle intizar eylediği (beklediği) hidemat-i vataniyeye (vatan hizmetine) kavuşturmadılar . Mamafih (bununla beraber) bu hususta yalnız bunları tenkid etmekte biraz insafsızlık olur.

            Esna-i intihabda (seçim sırasında) bir takım propagandalarla cehaletimizden istifade edilmeyerek herkes hürriyet-i fikriye ve ictihadiyesine malik (düşünce ve inanç özgürlüğüne sahip) olsa idi duçar olduğumuz (düştüğümüz) maddi ve manevi zararlara bittabi’ (doğal olarak) meydan kalmaz memlekette de mamureler yerine harabeler kaim olmayarak belki kendi yağımızla kendimizi kavuracak derecede bir servete sahip bulunurduk.

             Hayatla memat (ölümle yaşam) arasında uğraştığımız şu sırada ihtiyar dünyamız, resmi ve gayri resmi kuyut ve şürut -u gayri kanuniyeye tabi’ tutulmak (kanuni olmayan kayıt ve şartlara boyun eğdirilmek) arzu edilirse bizi istemeyenler tarafından çizilen mülâkat krokisi, taksim projesi katiyen tatbik olunacak (kesin olarak uygulanacak) ,üç yüz küsur kadar milyon ümmet-i Muhammedin gitgide mahv ve perişan olmasını intaç eyleyecektir (doğuracaktır).

            Hiç bir fert tahayyül eyleyemeyiz ki zamanın nezaket-i fevkalâdesini idrâk etmesin (olağanüstü inceliğini kavramasın).  

            Memleketin eskisi gibi uzun, derin şahsi münakaşaya ,....... hülasa en ufak bir noktanın ihmâl ve .....ne tahammülü yoktur. İhityacatımızın iyi takdir edilip siyaset-i umumiyenin ona göre tesbit ve tanzim edilmesini (belirlenip düzenlenmesini) müstakbel meb’usanımızın gayret ve hamiyetlerinden pek sabırsızlıkla intizar ediyoruz (bekliyoruz)          Aksi takdirde esasen kenarına geldiğimiz mahuf (korkunç ) uçurumdan kurtulmak çaresizdir.         

                                                                                              İmzasız