9 Şubat , 24. Sayı , 1 Sayfa , 1. Sütun

Tehlike Karşısındayız

Acıklı hadiseler , zulümler, itisaflar (yolsuzluklar / sapkınlıklar), cinayetler, tehlikeler karşısında bulunuyoruz. İslam âfakını kara bulutlar bürümüştür. Bu gün dünyada Müslümanlarla meskûn hiç bir kıt’a yok ki kan ve ateş içinde bulunmasın. Avrupa'nın muhteris (aç gözlü) ve korkunç pençeleri , bütün İslâm âlemini, yutmak,boğmak, mahv etmek istiyor.

Hâdisat (olaylar) meydanda . İşte Türkiye .. İşte Arabistan .. İşte Mısır .. Bu gün nerede Müslüman varsa orada kan ve ateş var.

Avrupa’nın medeniyeti , bu gün takriben her saatde kendi vatanında 100-200 Müslümanı öldürürken, zavallı Müslümanlar yine barbarlıkla itham olunuyor. Yapılan zulümler yetişmiyormuş gibi her dakika yeni facialar ihdas ediliyor (meydana getiriliyor). Bir tarafta Müslümanlığın mahvına maddeten çalışılırken ,diğer taraftan da gazetelerle, kitaplarla propagandalar yapılıyor; bir kısım masum ve münevver efkâr da (aydın fikirler de) bu suretle zehirleniyor ve nihayet Türkler ve Müslümanlar barbarlıkla itham olunuyor.

Saltanat ve istiklâl vaadleriyle dindaşlarına, halifelerine karşı gelen Arapların bu günkü hali hakikaten acınacak bir derecededir; Hırs-ı saltanatla (sultanlık hırsıyla), Avrupa da çalmadık kapı bırakmayan “Emir Faysal” bu gün Müslüman vatanını Fransa ile taksim etmek mecburiyetinde bulunuyor. Heyhat bu günkü tecrübe yapılan fenalıkları tamire kâfi değildir. Türk boyunduruğundan kurtulmak iddiasiyle dökülen kanların heder olduğu (ziyan olduğu) artık Amerikalılarca da tahakkuk etmiştir. Bu gün onlar da anlamışlardır ki , Avrupa medeniyet-i hazırası (şuandaki Avrupa uygarlığı) yalnız Türklerin değil bütün âlem-i islâmın düşmanıdır. Frenk siyaseti öyle gayr-i medeni (uygarlık dışı) safhalar gösteriyor ki kardeşi kardeşe öldürtüyor . Temin-i asayiş (düzeni sağlamak) için Beyrut’a sevk olunan Arap efrad-ı askeriyesine , "Beyrutlular hâlifeye isyan ettiklerinden onları te’dibe ( terbiye etmeye/akıllarını başlarına getirmeye) memur edildikleri" söyleniyor . Zavallı saf ve masum Müslümanlar!...

Şu kahpece siyasetlerle Müslümanları yek diğerine öldürten kudret-i medeniye (uygar güç) karşısında yine Müslümanlar barbar.. yine Müslümanlar gaddar.

Bakınız bir Yunan gazetesi Türklerin İstanbul’dan ihracından (atılmasından/ çıkarılmasından) bahs etmekten, şu sözleri söylemekten çekinmiyor." Acaba Türk barbarlığını, Avrupa medeniyeti İstanbul'dan ihrac etmekten artık fariğ (vazgeçmiş )mi olacak ? "............

Zalim ve barbar Yunanlıların , Müslümanlar hakkında reva gördükleri fecayi ve mezalim ortada dururken Balkanlarda , Arnavutlukta ve en nihayet Türkiye ve İzmir’de Müslüman kasaplığı yapan gaddar ve hunhar (acımasız ve kan içici) Yunanlıların zulüm ve cinayetleri bugün Avrupa’ca dahi teslim olunmuş iken karşımıza , emin olalım ki yine Avrupa dikiliyor.

Neden : Çünkü Müslümanlık aleyhindedir.

Âlem-i islâmiyenin son istinadgâhı (dayanağı) olan makam-ı mukaddes hilâfete karşı vuku bulan muhacemat ( saldırılar/ üşüşmeler) ; tek bir İslâm hükûmeti olan Osmanlı imparatorluğunun imha ve istilâsı hakkında beslenen emeller hiç şüphe yok ki Müslüman aleyhdarlığının en büyük bürhan (kanıt) larıdır.

En büyük ehl-i salib (haçlı) ordularıyla âlem-i islâmı mahv etmek (ortadan kaldırmak/ yok etmek) için Asya’yı ve Arabistan’ı kanlara boğan eski Avrupa bile İslâmiyet aleyhinde bu kadar gaddarane (acımasızca) hareket etmiş değildir. Bu günkü ehl-i salib (haçlı) ordusu maddeten ve manen eskilerine faikdir (üstündür)............

Tarih şimdiye kadar bu günkü gibi mücehhez (her şeyi tamam) bu günkü gibi maddi ve manevi vesaite malik bir ehl-i salib (haçlı) ordu kaydetmemiştir.

İmdi : Ey Müslümanlar, gözünüzü açınız , tehlike büyüktür. Avrupa'nın Müslümanlar hakkında bu günkü takibettiği siyaset bir hilal ve salib (ay ve haç) mücadelesinden başka bir şey değildir. Onlar istiyorlar ki : İstiklâl ve istikbâl ümidi kalmasın , onlar arzu ediyorlar ki Müslümanlar meselâ bir Avusturalyalı gibi kendilerine ram (bağlansın) ve esir olsun.

Onlar istiyorlar ki : Bütün Müslümanlar Cezayir ve Fas’daki dindaşlarımız gibi ellerinde taşıdıkları tesbih için hazinelerine vergiler versin.

Medeniyet-i hazıranın (şimdiki uygarlığın) taşıdığı maske altında ne garib (tuhaf) ne acaib safhalar vardır. Bu günkü siyaset öyle bir sahne-i fecaat (trajedi sahnesi) olmuştur ki : Tarih şu bulunduğumuz dakikaların hadisatını taaccüble (olaylarını şaşkınlıkla) kayd edecektir

Hak ile kuvvetin çarpıştığı zamanda düşmanlarını yenmek için beşeriyeti ikna ederek, en insani düsturları ortaya atarak maksadına vasıl olan kuvvet-i galebenin (galip gücün) bu günkü keskin siyaseti acaba nasıl bir maksada müstenid eylemek lâzım gelir (amaca dayandırmak gerekir) ?.

Diyebiliyorum ki : Galiba Avrupa’nın dört beş senelik safahat-ı siyasiyesi düşünülecek olursa, öldürücü zehirlerini saçarak düşmana hücum ettikten sonra kırılmağa başladığını his ederek dört tarafa melekler kadar samimi bir lisan ile yalvarmağa başlayan, nihayet kazandığı yardımcılar vasıtası ile düşmana galip olduktan sonra da aslına rücu eden (dönen) zehirli bir yılan addedilebilir.

Şimdi bu zehirli yılan İslâm âlemine sarılmıştır. İğrenç dişlerini kalpgâhına sokmak istiyor. Fakat : Bilinmelidir ki Tarih bu âlemde kuvvetini, galibiyetini ilelebed (sonsuza kadar) muhafaza etmiş bir heyet-i beşeriye ( insan topluluğu / kavim) kayd etmemiştir. Bu gün galibiyetin perde-i ihtirası altında beşeriyetin elem ve ızdırabını anlamayan ,anlamak istemeyen heyetlerinde yarın ne olacağı malûm değildir (bilinmez).

Biz hakkın kuvvete galip geleceğine mutmainiz (inanmışız). Binaenaleyh bizi tamamen ifnaya (yok etmeye) azmetmiş olanların nihayetde zebun ve sefil (güçsüz ve yoksul/perişan) olacaklarına kaniiz, şu kadar ki hadisatın cereyanına karşı gözlerimiz açık bulunmalıdır.

“Zulmün topu var güllesi var, kal’ası varsa

Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.”

9 Şubat , 24 Sayı , 3. Sayfa ,1. Sütün

Matbuat ve Vezaif

Hukuk ulemasından bir zatın kavline (sözüne) göre ; meşruti hükûmetlerin istinad ettiği kuvvadan (kuvvetden) birisi de matbuat imiş. Şu halde :Kuvva-ı icraiye (yürütme) Kuvva-ı teşriiye (yasama), Kuvva-ı kaza (mahkemeler) sonra gelen 4. Kuvveti mabuat teşkil ediyor.

Diğer bir nazariyeye göre , her milletin mebhusan ve matbuat (konuşulan /sözü edilen ve basın) gibi iki lisanı vardır ki : esna-yı meram ve is’af -ı vezaif (istekte bulunulması ve görevlerin yerine getirilmesi) ancak bu vasıtalar ile kabil-i husûldür (mümkün olabilir) .

Her iki nazariyeye göre, matbuatın haiz olduğu kudret ve kuvvet , vezaif-i teşriiyenin (yasama görevinin) ehemmiyet ve azametini izhar ve isbat eder(gösterir ve kanıtlar).

Filhakika (gerçekte): hükûmetlerine rehber, milletlerine mürşid (doğru yolu gösterici) olan ve bir iki sütunluk yazılarıyla ;efkâr-ı umumiyeyi istedikleri noktaya imâle eden (yönlendiren), bazan bir kabineyi ıskata (düşürmeye) , bazan büyük bir ticarethaneyi iflasa mecbur bırakan Avrupa matbuatını görünce insanın kuvve-i matbuatı, diğer kuvvetlere tercih edesi geliyor.

Kürre-i arzda yüz binlerce karine ve delail-i resmiye (resmi ve resmi olmayan belgeler) kazanan "Tayms"ve"Temps"gibi ceride-i marufeyi (ünlü gazeteyi) değil, ikinci. ,üçüncü derecede kalan diğer matbuat-ı ecnebiyeyi (yabancı basını) bile tetkik ederseniz (incelerseniz), pek ciddi ve ağır başlı bulursunuz!. Fenni, ilmi, siyasi, ticari, sinai mevzuat ve vukuatla sütunlarını tezyin eden (süsleyen) bu gazeteler , her gün büyük bir dikkat ve ciddiyetle okuyucularını tenvir ederler (aydınlatırlar); pek lüzumsuz addettikleri ,muhasebat ve nakdiyata ( para ve hesap işlerine) katiyyen iltifat etmezler !

Gerçi büyük paralar mukabilinde elde ettikleri vesaik ve delil-i resmiye ile bazan bir nazıra (bakana), bazen de bir müdür-ü umumiye (genel müdüre) hücum ettikleri görülür. Fakat: Bütün bu hücumlar , adab-ı münazaraya (karşılıklı atışma kurallarına) riayet edilmek, nezahet-i edebiye muhafaza olunma ( edepli davranmak) suretiyle hitam bulur ; yazılan cümlelerin altında asla bir şeref ve haysiyet meselesi yoktur. O huduttan dışarı çıkan ceraide (gazetelere) kimse ehemmiyet vermez. Okumak şöyle dursun ,eline bile almağa lüzum görmez.

Bize gelince: Ömr-ü bütün (tüm ömrünce) matbuatımızda şahsiyetle uğraşmayan gazetemiz olmadığı gibi , mahalle kahvelerinden toplanılan müstehcen dedikodudan tutunuz da yakası yırtılmamış en galiz ve küfürlere varıncaya kadar, maatteessüf matbuat sütunlarına intikal eder (geçer /taşınır)

İlan-ı meşrutiyeti müteakip sevda-yı hürriyetle sermest (meşrutiyetin ilanının arkasından hürriyet aşkı ile sarhoş ) olarak ;kimi felsefenin müruc-u efkârı (fikir çayırları), kimi bir fırkanın naşir-i amali (emellerinin yazarı) olduğu iddiasıyla rast gelene çatan ,çamlar deviren, bardaklar kıran , az mı gazete görülmüştü ? Temcit pilavı gibi ikide birde , enzar'ı umumiyeye (herkesin gözü önüne) vaz’ ettikleri o çirkin ve hayasız yazılariyle okuyuculara tamamen bir usanç vermiş, ömürleri çok sürmeyerek âlem-i matbuatdan çekilip gitmişlerdi.

İşte halkda o zamandan başlayan ve bu gün tamamiyle yerleşmiş olan bir kanaat mevcuttur ki : O da gazetecilerin dedikoducu olması ve millete , vazife-i irşadiyesini ifa edecek (doğru yolu gösterme görevini yerine getirecek) bir kabiliyette bulunmamasıdır.

Evet halk bu kanaatlerinde çok haklıdır. Çünkü matbuatımız henüz bu köhne itiyadından (alışkanlığından) kurtulup da rüştünü ispata muvaffak olamamıştır. Allah için söylemek lazımsa, biz de ağır başlı, ciddi, siyasetten mütecerrid (ayrılmış/ arınmış), fırka dedi kodularından uzak, efkâr-ı umumiyenin mürşidi, ziraatın, ticaretin, ilmin, sanatın rehberi olmak meziyetini taşıyan ve milletin hakiki hislerini, samimi duygularını, ihtiyaçlarını, elemlerini, kederlerini, sürurlarını (sevinçlerini), gururlarını okuyan hangi gazete mevcuttur.

Saha-i intişare (basın alanına) atılan herhangi bir gazetenin matbu ünvanını okuduğunuz zaman..... sahifelerini açarsınız !. İntizarınıza tesadüf eden ;baş makalesini, havadis-i hariciye (dış haberleri), şenaat-ı dahiliye (içteki kötü olaylar) kısımlarını , hatta ilânat sütunlarını şunun, bunun aleyhine yazılmış mahalle dedikodularını bulursunuz ve gayr-i ihtiyari (istemeden) elinizden fırlatırsınız! Şimdi rica ederim böyle bir gazete sizin okumak heves ve ihtiyacınızı tatmin etmiş olabilir mi ?.

Bu gün bir kısmı ecnebi paralarıyla , hükûmet yardımlarıyla çıkan payitaht matbuatımızın mahiyetlerini (iç yüzlerini) anlayabilmek için yüzlerindeki sahte ciddiyet maskesini kaldırmak kâfidir! Diğer kısım matbuatımız ise; bunlara cevap yetiştirmekten vakit bulup da kendilerini alâkadar eden mesail-i milliye ve vataniyye (vatan ve millet meseleleri) ile iştigal edememektedirler. Hasılı ,Payitaht matbuatımızın hepsi bu illetle malûl ve meşbu (sakat ve doygun) olduğu için manasız bir şekil ve renktedirler.

Fikrimce taşra matbuatının zihniyetleri; hallerine nispetle daha metin,daha ciddidir. Her an bir manzara-i tesanüd arz etmekten hali kalmayan (uyum içinde olmaktan geri kalmayan) ve endişe-i vataniye (vatan endişesi) ile nâlân olan (inleyen) vilayet ceraidimiz (mahalli gazetelerimiz) ; hakkıyla, lâyıkıyla vazife-i milliyelerini ifa ve icra edebiliyorlar (yerine getirebiliyor ve yürütebiliyorlar).

Bazı mahallerde sansürün baskısı; sine-i neşriyatda (basının bağrında) bir neşter tahribatı vücuda getirse bile muharrirlerimizin ,şahsi ve ferdi dedikodulardan uzak bulunmaları itibariyle, istihdaf (amaç) edindikleri gaye-i vataniyeye metin ve azimkâr (kararlı) adımlarla yürümelerine mani’ olamıyor.

Taşra gazetelerimiz kutsi vazifelerinin, kendilerini nermiye (yumuşaklığa) sevk ettiğini pek âlâ takdir ediyorlar Milletin irfan ve idrakini yükseltmek fırsatını kaçırmıyorlar . Bu sebepledir ki: Vilayet ceridelerimiz payitaht matbuatına özde ve her sahada üstündür.

Ne çare ki: Şu mebzul mesai-i hamiyet ( çok fazla yurt severliğin gereği olan çalışmalar) mevzuunda kalıyor ve temin-i sulha kifâyet edemiyor (barışın sağlanmasına yeterli olamıyor);gönül arzu ediyor ki : mukadderatımızın arif-i tespitinde ; (belirlenmesinin öncesinde) dahili, harici bir sürü ithamat (suçlamalar) altında ezdirilmek istenilen hukuk-u Osmaniyenin (Osmanlı hukukunun) ve teşevvüş ve tereddüt (karışık ve ikircikli) edilmek arzu edilen âmal-i milliyenin (milli emellerin) müdafi’i ve fikriyatı olmak kabiliyet ve hevesini gösterebilmek için payitaht matbuatımızda bu isri (yolu) takibederek vekar (onur) ve gururla mersuf (güçlendirilmiş) bir manzara-i tesanüd (uyum) göstersin ve milletin azim ve iradesini dünyaya iblağ ve izhar etsin (eriştirsin ve göstersin) !

Henüz ümit kapıları kapanmamış ve harici siyasetten bir çok imkânların doğmak ihtimali mevcut bulunmuş olduğu şöyle bir zamanda atimizin (geleceğimizin) karanlık, istikbâlimizin mezalim olduğuna kani olarak (inanarak), nevmid (ümitsiz) olmağa sebep yoktur.

Konferans (*) istediği gibi düşünebilir, rical-i siyasiye (politikacılar) arzu ettikleri kadar teklifat ve tasavvuratta bulunabilir . Fakat : Bütün bunlar bizi hiç bir zaman korkutacak mahiyette değildir ! Türkün bir hakk-ı ezeli ve ebedisi , temiz ve pak bir mazisi , yedi asırlık saltanat-ı milliyesi , on üç asırlık amarat-ı diniyesi (dini ömrü) varken , bu gün bir anda bunları feda edemez. El verir ki: Şu noktaları metalib ve âmal-ı milliyeyi tefriten, salahiyetdar bir ifade ile( ulusun istek ve amaçlarını aşırıya kaçmadan,yetkili bir dille) dünyaya isma edecek vesait-i teşriyemiz ( işittirecek yasama organımız / araçlarımız) bulunsun !

Hiç bir mücrimin (suçlunun) ifadesi beklenmeden idam edildiğini işitmedim. Adliyenin kavanin mütunesi (kanunların metinleri) meydanda ;katiyet kesb etmedikçe (kesinlik kazanmadıkça) , nazar-ı hukukda (hukuk önünde/gözünde) kanlı katilliğin bile bir mevki’i (yeri) vardır! Nerede kaldı ki: Koskoca bir hükûmet !. Bununla beraber biz Avrupa rical-i siyasiyesini (politikacılarını) öteden beri ve emr ve ika(emir ve yaptırım)lara alışkın bulmakla beraber , daima da devrandaş (çağdaş) görürüz. Bir herc-ü merc (karmakarışıklık) tevlid edecek halet (doğuracak ruh hali) ve fiiliyatdan katiyyen içtinab ve İhtiraz ederler. (çekinir ve sakınırlar).

Bu gün şark meselesinin;Alman, Avusturya,Bulgar mesaili (meseleleri) gibi kolayca hal ve bertaraf edilemeyeceğini , şark demek, bir âlem, bir dünya demek olduğunu rical-i aliye-i siyasiyenin (büyük politikacıların) takdir edemeyeceğine ihtimal verilir mi ? İşte buna mübtenidir (dayanır) ki : Mesele-i mezkürenın ehemmiyet ve müşkilâtı (konuşulan sorunların / konuların önemi ve zorluğu) karşısında kim bilir daha kaç günler imâl-i fikirde cimnastiği- zihn edilecektir (fikir üretmek için zihin cimnastiği yapılacaktır). Kökleşmiş, birleşmiş Türk umum nüfusunu, asarı (eserleri) ve Türk diniye ve milliyesini tamamiyle ..... vakı’ etmelidir ki : Şark meselesi kendilerine mülayim ve müsait (yumuşak ve uygun) bir çehre gösterebilsin !

Vel hasıl şu eyyam-ı şek ve şüphede (zan ve şüphe günlerinde) matbuata düşen vazifenin aynı, millete de teveccüh ediyor (yöneliyor) , değil midir ki: istikbâl daima çalışan milletlere açıktır.

Bunun için ; atiden ümitvar olarak muhafazasına ahd ve kasm (yemin) ettiğimiz vahdet-i milliye etrafındaki vezaifimizde (görevlerimizde) hazırlıksız bulunmamalıyız,bir iman-ı tam ile çalışmalıyız, daima çalışmalıyız, ta ki : takatımız tükeninceye kadar.

Havzalı F...M...

(*) Sonuçsuz kalan Paris barış konferansı