16 Şubat, 25 Sayı, 3. Sayfa,1. sütun

İnsafa Doğru

“Milli dertler - İçtimai hastalıklar”

Dost biperva (korkusuz), felek birahim (acımasız), devran bisükûn (rahatsız)!

Dert çok, hemdert (dertten anlayan) yok, düşman kavi, tali’ zebun!( baht /talih güçsüz)

Koca “ Fuzûli’”nin lisan-ı vicdanisinden kopan şu feryatlar : sanki bu elim günler, bu düşkün dakikalar için söylenmiş, söylenmiş de ; bu hâl-i pürmelâlimize (sıkıntılı durumuza) tercüman olmuş !? Ne gariptir ki : yirminci asır fecrinin (sabahının) daha başından beri akıp gelen , bu mecra-yı felâketin (felâket yolunun) hâlâ önünde bulunuyoruz ve bu tufanı feleğin kırıcı, ezici, yıpratıcı, sademat-ı mütevaliyesi (ardsız aralıksız gelen belâları) karşısında sürüklenip duruyoruz. Bilmem ki nasıl bir his, nasıl bir kafa ile asırlardan beri mevcudiyetimizi parçalayan, varlığımızı saran bu bitmez ve tükenmez masaibe (musibetlere ) göğüs gerdik; bu tekâmül cereyanına kapılmamak ! bu elim sebat ! bize , derken bütün millet-i islâmiyeye pek pahalıya mal oldu. Kâbus-u belâ gibi üzerimizden geçen asırların her kalbinde bin derdimiz devasız, her hükmünde bin hatamız sevapsız kaldı!

En nihayet ; yine o asrın sekiz senelik devre-i saltanatında kürre-i zemini (dünyayı) bir padişah için az gören koca “Yavuz” un kurduğu o vasi ve muazzam saltanat-ı Osmaniye ve hakimiyet-i islâmiye hep bu dertlerin, hep bu hataların pençe-i kahr ve tedmirinde ( tepeleyen ve kahreden pençesinde) yıkıla,yıkıla; küçüle küçüle hilâfet ve saltanatın can damarları olan bir tek Anadolu'ya dayandı, kaldı !? O bedbaht yurt da, kanlar, ateşler, amanlar içerisinde çırpınıyor! Maazallah; bu hayat ve memat damarına vurulacak insafsız bir darbe ! Azraillik can alıcı son pençesine işaret ve bin üç yüz senelik İslâmlığın, altı - yedi yüz senelik bir saltanatın da hilâfetiyle beraber sükutuna (tükenişine) korkunç bir alâmettir.

Acaba talihsizlik derdin çokluğunda, devanın yokluğunda mı ? Bu kısa zaman ve devrana uymayan varlığımızın hiçliğinde boşluğunda mıdır?

Bu mühim istihracat ( sezgi / ön görü) önünde lütfen biraz tevakkuf edelim (düşünerek duralım). Öyle yüksek siyasetlerin kapusunu çalmaksızın ; gözümüzün önünü, yani içerisinde yaşadığımız memleketlerin halini, yaşayışımızdaki mahrumiyetlerin ve halkımızdaki cehl ve gafletlerin (bilgisizlik ve habersizliğin) ; acınacak ve belki de ağlanacak bir surette devam ettiğini görelim .Görelim ki: O asırlardan beri sel önüne düşmüş , yuvarlak bir kütük gibi hâlâ sürüklenen ve sürüklendikçe aklı başına gelmeyen varlığımızı kurtarmanın yolunu ve çaresini bulalım.

Hakikaten; her biri bir hükûmet deviren , her biri bir millet söndüren öyle derûni yaralarımız var ki:Bunları tamamiyle görüp teşrih etmek(açmak/ inceden inceye incelemek) için ya bir “...” gözü veya bir “ eflatun gözlüğü “ ister. Teessüf olunur (üzülmek gerekir ki) ki : Biz de ne o parlak ve nafiz nazarlar (içe işleyen bakışlar) , ve nede o parlak nazarları celâllendiren (hışımlandıran) keskin gözlükler var! Eğer olsaydı, böyle olmazdık. Lâkin ; bizde her şey var fakat, hiç bir şey yok; söz çok ama, iş hiç yok! Kime sorsak .. Hep âlim, hep fazıl (üstün) ve her şeyi bilir !? Bilemediği bir şey varsa o da “ kendisi!” dir." Göz kendisini görmez , lâkin âlemi görür." Kul marufu (bilineni) aynen masadak (uygun / tıpkı) halimizdir. Binaenaleyh ;kim ne derse desin; bizim derdimiz dışarıdan değil içeriden; bizim şanımız hariçten değil dahildendir.

Ve batmak günleri, ve elemnâk (elemli) dakikaların, hâlâs ve zülüm saniyeleri üzerinde bile ; tesir ve teessüfe şayan ( hayıflanmağa değer) celladın şahidi olmaktan kurtulamıyoruz!

Rica ederim , lisanlarından şifa, vicdanlarından deva beklediğimiz İstanbul gazetelerine bir göz gezdiriniz , ciddi bir göz gezdiriniz. Milletin bu günkü felâket ve matemine ağlayanlarla , gülenlerin maskesiz ve maskeli çehrelerini derhal teşhis ve tayin edersiniz (tanır ve belirlersiniz).

Sonra ; sükut-u hayale uğramışların , ikbâlden idbara (talihi yaver gitmekten /talihsizliğe) yuvarlanmışların - daha açıkçasını söyleyelim mi ? - vicdanı para ile satılmışların ; iğrenç ve zelil şahsiyetlerini birer,birer sayarsınız; hele başda olarak ! Milletin meşum (uğursuz) bir sabahının payan-ı ayarından (son safhasından) mırıldayan bir kemâl-i zevali behemehal (sona erişi mutlaka) işitirsiniz(*). Öyle bir ses ki : Mazlûmlar (zulme uğrayanlar) yurdunun mikdaratıyla (değerleriyle/ kıymetleriyle ), masumlar (suçsuzlar) vatanının mukaddesesiyle istihza (alay) ediyor ; öyle bir ses ki: Yaş yerine kan ağlayan zavallı bir milletin ah ve zarıyla , feryad ve enini (inlemesi) ile eğleniyor !?

Ey meşum (uğursuz) ses ! Artık sesini kes!...

Hilâfet ve saltanatın siyaset-i ulviyesini (yüksek/kutsal siyasetini), vatan ve milletin mefkûre-i vicdaniyesini (vicdani idealini) idrak ile payitaht matbuatından artık bu seslerin çıkmasını ve duyulmasını istemiyoruz.

Avrupa’ ya karşı izzet-i nefs-i millimizi (milli onurumuzu) cerihedar (yaralanmış) edenleri, zalimlerin arzularına mümaşatla ( yoldaşlıkla/ uygunlukla), mazlumların hakkını boğmak isteyenleri nefretle telin ediyoruz.

Evet ! Kendi ikbalini (talihinin iyi gitmesini) milletinin idbarında (talihsizliğinde) ; kendi hırs ve iktidarını (gücünü) milletinin akibet-i hüsranında (kötü sonunda) arayanları lânetle yâd ediyoruz. Ancak ; illetin kanayan yaralarına tuz tasını uzatanlara, top, kurşun, süngü diyoruz..

Zulüm altında inleyen masumların bilfiil imdadına koşanları takdis ediyoruz.

Evet ! Bu varlık kavgasında, bu hamiyet meydanında milletine pişva olan (önder / yol gösteren) ehl-i namus (namuslu) ve eshab-ı fazileti (erdem sahiplerini) bütün hararetli samimiyetlerimizle takdir ve tahsin eyliyoruz ( değerlerini biliyor ve alkışlıyoruz)

***

Siyaset dağdağalarından (gürültüsünden) , menfaat zemzemelerinden (çıkar ezgilerinden / türkülerinden) usanan Anadolu'muz ! Bu gün kendi derdi ile meşgul.. Bu pak toprakların nezih efkârına; düşmanların pay-ı mütecavizi ( saldırgan ayakları ) altında yersiz ve yurtsuz kalan İslâmların hazin feryadına gayr-i kâfi (yetersiz) gelen bu sütunlar ; Menfur (iğrenç) yaygaraların , makhur (yenilmiş / ezik) şahsiyetlerine bundan daha uzun tedip (edeb dersi) vermekle mazuruz .

Yalnız vakitsiz öten horozlardaki sadâ gibi - nüshâlârına buralarda pek nadir tesadüf edilen - “ Peyam-ı Sabah “ ın (**) mevsimsiz ötüşlerine pek de bigane (ilgisiz) ve hissiz kalamayız. Ermeni intikamından, Rum infiâlinden (dargınlığından) ,Fransız ve Yunan mezâliminden daha gaddar ve daha tahribkâr (yıkıcı) olan bu kalem darbelerine - devamlı bir surette- tahammül edemeyiz. Zira ; milletin bu mecruh (yaralı) sinesi artık tecrübe tahtalığı vazifesini yapamaz. İkbal peşinde kavuk sallayanların sandalye ve post kavgasında izhar-ı zafer eyleyenlerin (kazançlı görünenlerin) hepsinin .... varakalarını (...sayfalarını) okuduk, boylarının ölçüsünü aldık . Tarihçe-i felâketimizin her sahifesinde bu ölçülerin birer kanlı izleri mevcuttur. Artık bunları okumayacak ve görmeyecek kadar gafil olanlarımız var ise bunlar da her halde tarik-i küfrana (nankörlük yoluna) sapanlardır.

"Anlayana sivri sinek saz,; anlamayana davul zurna az" misl-i malûmu (bilinen örnek) ile -âdâb-ı münazara (tartışma edebi ) haricine çıkmaksızın mukabele-i ibtida (ilk karşılık cevabı) ve ....yı kâfi görelim. Bizler yine yolumuza devam edelim ..

E.. .D....

(*) Peyam ve Kemâl sözleri ile Ali kemal ve Peyam gazetesi kastediliyor.

(*):Peyami sabah gazetesi: Ermeni Mihran ve İngiliz muhibbi Asli Kemal tarafından çıkarılan gazete