1 Mart 27 sayı, 3. Sayfa,

İnanmak ve Uyanmak İhtiyacı !

Mukadderata doğru......

Âfak-ı mukadderatımız (geleceğimizin ufukları) ; yine muannid (inatçı) bulutların soluk renkleriyle, müphem (belirsiz) hareketleriyle meşbûdur ( doludur). Kâh açılıp kâh kapanan bir bahar havası gibi.

Hadisatda (olaylarda) şu anda da bir istikrar (kararlılık) yoktur. Ağızlar başka şeyler söylüyor ,eller ve ayaklar başka hareket yapıyor ! Sözler ve işler yekdiğerine o kadar mütegayir ve mutenadi ( karşıt ve birbirini çağrıştıran) ki insanın hiç bir şeye inanacağı gelmiyor.

Garp âleminde fevkalâde bir ciddiyet ve bir riyaziyat-ı katiye ile (kesin hesaplarla) ölçülüp biçilen mazlûm şarkın mukadderatı hâlâ tayin edilemedi .

Paris ile Londra arasında dolaştırılmaktan yorulan mukadderatımız; son günlerin ehemmiyetli hadisatı karşısında Londra’ya nakledildi , bir müddetten beri Konferans Meclis-i âlisinin huzurunda ve isticvap (sorgulama) sandalyesinin üzerinde hırpalanmaktadır. .

. Dört yüz küsur günden beridir ki :her türlü itab (eziyet) ve hitaba müstahak görülen ! zavallı bir milletin hayat-ı esasisi ve ebediyesiyle bu kadar sürekli bir surette oynamak istenildiğindeki garabete ( tuhaflığa-garipliğe) nasıl şaşıp kalmayalım.

Muvazene-i âlemin merkez-i sıkletinin (dünya dengesinin ağırlık merkezinin), Şark ile Garbın birleştiği boğazlardan geçtiğini ve bir zamanlar şarkın , tecavüze ve ihtirasa maruz deniz kapılarında bekçilik eden Osmanlının , elbette bir kıymet-i tarihiye ve coğrafyası olduğunu takdir ederler . Avrupa-i garbiyi tehdit eden Moskof nazarına karşı ne mühim ve ne ağır bir tahammülat (dayanıklılık) altında bulunduğunu henüz unutacak kadar zaman geçmedi .

Bir çok muahedeleri altüst eden bu nigehbanlıkta (bekçilikte) bilhassa İngiltere Hükûmetince mazhar-ı tasvip (onaylanmış) olarak himaye edilmiş , ihtirastan ve istilâdan âzade duran ve ancak ; harici tecavüzlerle dahili ihtilâllerin hadisat eylemesiyle (ortaya çıkmasıyla) uğraşan Şark anasıriyesinin (unsurlarının) sulh-u cihan için yegâne çare-i istinad (dayanılacak tek çare) olduğu da bütün âlemce takdir olunmuş idi.

Her nasılsa ve katiyyen kendisine bir rehber-i siyaset , bir gaye-i emel ittihaz edemeyen (bir politik öncü, bir amaç belirleyemeyen ) ol şümul vaziyetimiz ; vakitli vakitsiz serzede-i zuhur vukuat ve muharebatla (baş gösteren / meydana gelen olaylar ve harplerle) müştereken zedelendi. Münhasıran, her hadise önünde ! evvela bir elçi sıfatıyla sonrada endişe-i beka kaygusuyla meydan-ı mubarezeye ( olduğu gibi kalıp kalmama kaygısı ile çekişme meydanına) atlaması da başlıca sebeb-i zail ve sükûtu (sona erme nedeni ve tükenişi) oldu .

İşte ; isteyerek ve istemeyerek sürüklendirildiğimiz mezkûr cidallerden (söz konusu edilen zorlu çekişmelerden) kurtulmaya ve göz açmaya zaman ve imkân bulamadığımız bir sırada bu cihan harbinin zuhuru ki yine aynı tâlihsizliğin arifesinde ,yine ayni sahipsizliğin murakabesinde (denetiminde) bulunmak suretiyle bu muharebeye sevk edildik.

Sulh-u cihanı ihlâle sevk eden manzumelerin kuvvetleri ve hareketleri arasında ;bu bedbaht millet için vesile-i halâs (kurtuluş vasıtası) ne olabilirdi. Her tecavüze sebep , her ihtirasa bir geçit teşkil eden boğazların bitaraflığı (tarafsızlığı) nasıl muhafaza olunabilirdi.

Şimdiye kadar bu mühim noktayı sarahaten tespit ve tayin edecek bir sahib-i insafın sesi işitilmediği gibi siyasetin, mani-i gayri müsbitesini ve cereyan-ı medhulesini (politikanın kanıtlanamayan engellerini ve ayıplanacak şekildeki gelişimini) bilenlerin de asla işine gelmedi.

Yalnız fırkacılık hırs ve gayzlarıyla vaki’ münazarat ve münakaşatdan bir netice -i sahiha ( particilik tutkusu ve kızgınlıkları ile yapılan konuşma ve tartışmalardan gerçek bir sonuç) elde edilemedi.. Bütün mağlubiyetler,bütün kabahatler, bütün haksızlıklar bu masum milletin düş zaafına yükletilmekle iktifa edildi.

Bu nasıl insaf,bu nasıl mürüvvet (mertlik)! Yek vücut, yek âhenk olmayan mülkümüzün, şu maznun ve menfur (şüpheli ve iğrenç) didişmeleriyle kalpgâhından vurulan ve en ağır surette cerihalar (yaralar) alan yine vatan; eğer ortada gayr-i .samimi gayr-i mantıki bir hata var ise onu düzeltmek , onu tamir etmek icap etmez miydi?

İnsan sözünde ve iddiasında bir hak kazanmak için çaba göstermek lâzımdır. Yoksa boş söz ve kuru iddia ile taleb-i hak edilecek (hak istenecek) körlük devri geçmiştir. Zira ; tehlike meydanda ,hasta ise hal-i ihtizardadır (ölüme hazır durumdadır-ölmek üzeredir) Yalnız . mehleke-i mevcudiyetimizi ( varlığımızın içinde bulunduğu tehlikeyi) bir tavafla (etrafında dönmekle) atlatmak, hastayı bir perhizle diriltmek mümkün olmayacağı pek aşikârdır.

Yazık ki ; bu malûm hakikat ; ba-del mütareke ( mütarekeden sonra) on beşi mütecaviz olarak tebdil edilen (değiştirilen) kabinelerde, hemen ekserisinin taziyane-i ihtirası ( aşırı isteklerinin - tutkularının aracı) olmaktan başka bir netice vermedi. Ebvab-ı mesdude (kapalı kapılar) önünde tesaüb eden (gaflet içinde bulunan ) acizler gibi rızk ve kısmetinde , Garpten uzanacak bir dest-i muavenet ile (bir koruyucu eli ile ) temin edileceği zan olundu. Milletin zararına olan bir takım şahs-i ihtiras ve menfaatler arkasında koşularak miskinane intizardan (acınacak bir bekleyişten) başka bir şey yapılmadı.

Milletin tüyü bitmemiş yetimlerinin hakk-ı istiklâlinde menfaat ve şahsiyet gözetenlerin sandalyeleri ,birer ,birer devrildi ise de ; arada geçen eyyam-ı .........(..... günler); bir çok hadisat-ı masumanenin tahaddüsüne (ufak tefek/ suç içermeyen olayların ortaya çıkmasına), mukadderat-ı milletin (milletin geleceğinin) mahuf (korkunç) uçurumlara sürüklenmesine sebep oldu.

........................................okunamadı................................................................

Mağlup olmakla beraber ; bütün haktan ve hukuktan edilmekliğimiz elbette lâzım gelmezdi . Şimdiye kadar taleb-i hak hususunda hâle ve zamana göre bir tarik-i sevap (hayırlı bir yol) takip edilmiş olsaydı elbette bu gün maruz kaldığımız haksızlığa tamamiyle istihkak-ı kesb etmezdik (hak etmiş olmazdık). Sulh-u müselematla cihanı tanzime ( barış görüşmeleri ile dünyayı düzenlemeye ) uğraşanların huzurunda da bu kadar sürekli istinablara (sorgulamalara) ; bu kadar devamlı tehlikelere duçar olmazdık (yakalanmazdık)

Şu bir kaç günden beri artık Şarkın vaziyetini tespit ve tayin ihtiyacını hissetmiş olan konferans meclis-i âlisinden münteşir ( duyulmuş-etrafa yayılmış) bazı esasatı ajanslardan ve saireden istihbar ediyoruz .Doğru olacağına şüphe edilemeyen bu nukat-ı esasiyede şayan-ı teemmül ( ana noktalarda etraflıca düşünmeye değer) pek karanlık pek müphem ve muğlak cihetler var.

Esasat böyle olunca kim bilir teferruatta ne baş döndürücü tuzaklar ve dolambaçlar var. Meselâ Hilâfet ve saltanatın İstanbul’da kalması, boğazların beynelmilel bir komisyon tarafından şedit bir murakabe altında bulundurulması, İstanbul hududunun Çatalca’dan veyahut Midye-Enez hattından tahdidi. Türkün gayri anasırları (diğer etnik unsurları )ayırmak ve ayrı yaşatmak, İstanbul Türk’lerde kaldığı halde müstakil bir Ermenistan teşkilinin temini ile Karadeniz’den ve bahr-i sefidden (Akdenizden) birer mahreç (çıkış kapısı) verilmesi, Suriye, Filistin ve Iraktan hakimiyet-i Osmaniyenin kaldırılması, Kilikya ve saire için daha bazı kuyudat ve tahdidatın serdi (bazı kayıt ve sınırlamaların ileri sürülmesi) gibi pek de gayr-i varid olamayacak mütalâatın zemin-i esas ittihaz edilmek (olmaz denemeyecek düşüncelerin ana dayanak kabûl edilmek) üzere bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bir taraftan da hadisat-ı harici (dış olaylar) bahane edilerek payitahdında. (başkentinde ) İngilizler tehdidat-ı mutazammın (tehditler içeren ) nümayişler yapıyor,Yunanlılar İzmir, Fransızlar Adana havâlisindeki kuvvetlerini tezyid ve teksif eyliyor (artırıp yoğunlaştırıyor) . Kim bilir daha neler ,neler düşünülüyor ki : Bu musavver ve belki de mürettep ve tahakkuk etmiş halet-i hakimiyenin (bu tasarlanmış ve belki de düzenlenmiş ve gerçekleşmiş olan galiplerin ruh halleri), hakk-ı tarihimize ve hukuk-u hükümranlığımıza külliyen mugayir (tarihsel ve egemenlik haklarımıza tamamen karşıt) olduğu ve Osmanlı İmparatorluğunun en elim bir akibetiyle hayat-ı istiklâlisine hatme (zarar) verilmek istenildiği pek sarihtir (açıktır) .”Davul bizim boynumuzda ,çomak başkalarının elinde “ kabilinden böylesine muğlak,müphem ve gayri emin bir vaziyet ile tamamiyet-i mülkümüz nasıl beka bulur ? (mülkümüzün tamamının devamlılığı nasıl sağlanır ?) Acaba !

Garb ile Şarkda bir istikrar-ı hayat devam edebilir mi? Bu kararlar ,bu hükümler şüphesiz kağıt üzerine kalır.

Atinin, hadisat ve müsaadatından doğacak mevaidat da ( geleceğin , olaylarından ve verilen izinlerinden doğacak vaadler de) pek çabuk bozulur ve kavim zeval olur (doğru sona erer). Bu yüzden asayiş-i cihan tekrar muhtell (dünyanın düzeni yeniden bozulmuş) olmak şansızlığına müncer olur ( varır) ki : Haksızlığın akıbetindeki bu buhranla cihanda biz başka bir muvazene-i âlem (başka bir dünya düzeni ) hissediyoruz.

Ancak pamuk ipliğine bağlanmış ve daima kırılmaya ve çözülmeye müsait bulunmuş olan bu günün ferdasına (yarınına -geleceğine) karşı müsebbib (sebep olan) bizim olmamaklığımızı temenni ediyoruz. Şarkta vaziyetimiz ne kadar emin , istikbâl ve istiklâlimiz ne mertebe sâlim olacak olursa ve Müslüman âlemi içinde siyasette hadim (hızmet eden) ve müessir (etkili) bir amil olacağımız pek tabiidir.

Bakiye-i enkaz-ı vatan ana ıslaha ve terakkiye (ana vatanın yıkıntısından geri kalanlar da iyileştirme ve ilerlemeye) muhtaçtır. Bu ihtiyacat-ı azime (büyük gereksinimler) haricinde arzu ve emel eylemekliğimiz zaten muhaldir (mümkün değildir.) Zira ; ölmek değil , yaşamak arzu ediyoruz. Öyle ise bizim hakk-ı sarihimizi (açıkça belli olan hakkımızı) versinler, bize tutunmasınlar bizi rahat bıraksınlar ki: bizim derdimiz bize kafidir.

Askeri hal karşısında da meskenet (miskinlik uyuşukluk ) ve zati boyunduruklarını (kendi boyunduruklarını) kırarak, son bir akıbet-i elemiyenin (acı sonun) vicdansız ve dehşetengiz feryadiyle her zaman bad abad! ( iyi veya kötü / ya herro ya merro) diyerek ya namusuyla solmak veya namusuyla yaşamak cihetini iltizam eylemekliğimiz (seçmemiz) de hem varlığımızın ve hem de mukadderatımızın en bariz bir hakkı olacaktır.

Binaen aleyh (böylece) : Hükumet-i hazıramızın ; millet vekilleri ile birleşerek , konuşarak şu günlerde mukadderat-ı atiyemiz (geleceğimiz-gelecekteki kaderimiz ) hakkında kat’i bir karar vermek telaş ve heyecanı gösteren âli meclisten adil bir sulhun teminini talep eylemelerini, milleti hudut ve hakanı etrafında toplamak istemeyen düşmanların nokta-i nazarlarını bil teami selamet-i atiyemizi taht-ı temine (görüşlerini göz ardı ederek geleceğimizin huzurunu güvenli hale) çıkarmalarını can-u yürekten istirham eyleriz.

Milletin vekilleri ile vekillerin beyan-ı itimat ettiği (güven oyu verdiği) bir hükumet mevcut iken şimdilik millete düşen itidal daima sabır ve sükûndur.

Bu masumane intizarın hayırli bir akibetle neticelenmesini evvela. Cenab-ı haktan sonrada namuskâr meb’uslarımızın iyi niyet ve gayretlerinden bekleyerek muvaffakiyetler dileriz.

İmzasız