29 Mart, 33. Sayı, 3. Sayfa ,1. Sütun

İstanbul’un Cebren İşgalinden sonra

Beş Altı Günden beri bütün İslamiyeti, beşeriyet-i fazılayı (erdemli insanlığı) baştan başa sarsan, ağlatan ve gayz ve intikama sevk eden müthiş bir fecai karşısında bulunuyoruz.

İzmir, Adana, Urfa ve Maraş ve daha bir çok tarihi topraklarda dökülen ve elyevm (bugün) dökülmekte olan masum kanları henüz kurumamış , göz yaşları dinmemiş , kalbimizde yanan acılar sönmemiş olduğu bir zamanda İstanbul’u vahşi ve zalim bir devlet cebren işgal ediyor. Milletin ruhu mahsule-i vicdan ve vahdeti (vicdan ve birliğin ürünü) olan Meclis-i Millinin kapıları İngiliz askerlerinin kanlı süngüleriyle deliniyor, kırılıyor. Ecnebi tahakkümünü istemeyen , esaret arzu etmeyen saf ve pak mebuslarımız enva-i tahkirat (çeşitli hakaretler) ile alınarak zindanlara ,damlara , ihtimal ölüme gönderiliyor. Velhasıl İslamiyetini , Osmanlılığını korumak suretiyle üzerlerine titrediği ne kadar mukaddesat varsa hepsi çiğneniyor.

Ne oluyor ? Kabahatimiz nedir ? Bu zelil ve zalim hükûmetlerin maksadı nedir ? Mütarekeyi yaparken biz İtilaf devletlerinin namusuna, vaadlerine, mütareke namenin altında yılan gibi kıvrılan imzalarına itimad etmiş ve silahlarımızı bırakmıştık.

Fakat görüyoruz ki : O devletlerce namus bir söz; insanları aldatmak bir fazilet , mukaddesata tecavüz bir vazife imiş.

Beşeriyet-i muzdaribeyi (ızdırap içindeki insanlığı) istikbâle, hakka , adâlete kavuşturacağını yaldızlı desatir ve beyanlarla (genel kurallar ve söylemlerle) ilân eden Avrupa ve Amerika hiç yoktan hırıstiyan milletlerine istiklâl, imtiyaz, (bağımsızlık, ayrıcalık) ve hükûmet bahş ve icad ederken neden: elyevm (bugün / hâlâ) kanlı idareleri altında bir hayat geçiren Hindistan’a, Mısır’a, Tunus ve Cezayir’e ve sair yüz milyonlarca islam tebaalarına hakk-ı istiklâl (bağımsızlık hakkı) ve hürriyet vermiyorlar. Bilumum muhterem dindaşlarım: Dört yüz milyon akvam-ı İslamiyet dört buçuk Ermeni ve Rum anasırından (unsurlarından) daha mı kabiliyetsiz ve daha mı faziletsizdir. Hayır , biliyorlar ki : Akvam-ı islamiye (Müslüman kavimler) ellerini, ayaklarını bağlayan zincir-i mezalimi (haksızlıkların zincirini) kırdığı gün İngilizlerin ve diğerlerinin satvet-i azimet-i mechulesi de bahr-i muhitin (Sonu belli olmayan saldırganlıkları da okyanusun) dalgaları arasında boğulacak. İslamın kanından, canından ve saadetinden gasb edilmek ve emilmek suretiyle doldurulan muazzam hazineleri boşalacak, bütün havza-i hükûmetleri (hükümlerinin geçtiği saha)de kendi inlerinden ibaret kalacaktır. Bu neticeyi bilen hain hükûmetler dünyada İslam hükûmeti namına yegâne müstakil olarak kalmış bulunan Osmanlı hükûmetini de taksim etmek, İslamiyetin reis-i mütefekkirini de parçalamak , mahvetmek istiyorlar . Ve işte kemâl-i teessürle (büyük üzüntüyle) görüyoruz ki her gün bir parçası koparılmak suretiyle mel'un maksatlarını te’min ediyorlar (elde ediyorlar / gerçekleştiriyorlar)

Fakat biz susacak mıyız, beşeriyetin hakbin (hakkı gözeten) , adil kısmı susacak mı ? İslamiyet susacak mı ? Ve en nihayet kahhar ve müntakim (kahreden ve öc alıcı) olan Allah-ı Zülcelal hazretleri bu zalimlerin tepelerinde yıldırımlar, tufanlar, kıyametler koparmayacak mı ?

Dindaşlar ! O günler yaklaşıyor. Cenab-ı hakkın Kuran-ı azimüşşanın ,ebedi ve layezel (bitimsiz / ebedi) olduğunu bizlere tebşir ettiği (müjdelediği) Din-i Mübin -i Ahmedinin en nihayet kâfirlerin elinden kurtulacağı ve cihana nur ve haşmetini (büyüklüğünü) göstereceği dakikalar yaklaşıyor. Fakat o dakikaları beklemek için vaktimiz pek azdır. Yarın ne olacağımızı bilmiyoruz. Halife ve Hakanımız ve Veliahd-ı zişanımız İngiliz askerlerinin süngüleri altında .. Mebuslarımız zindanda ve bütün İstanbul göz yaşları içinde yaşarken biz atıl ve lâkayıt (ilgisiz ve kayıtsız) duracak mıyız? Düşmanın kapılarımıza dayandığını mı bekleyeceğiz ..

Silahlanalım ! Başta ulemamız, fakihamız (fıkıhçılarımız) , eşraf ve müteberanımız (itibarlı kişilerimiz) olduğu halde tepeden tırnağa kadar müselleh (silahlanmış) bulunmaya , teşkilat yapmaya, namussuzcasına ölmemeğe ahd-ü yemin etmeliyiz.

Dindaşlar ! İnsanlar dünyaya bir defa gelir. Yarın ahirete, ecdadımızın huzuruna , Büyük Allahımızın karşısına sefil ve mahcup çıkmaktansa şerefle , namusla çıkmayı göze almak evlâdır . Bütün ihtilafat-ı fikriye ve zatiyeyi (kişisel ve fikirsel anlaşmazlıkları) bir tarafa atarak biri bimize sarılıp müttehid ve müteali (birleşmiş ve ilerleyen / yükselen) bir kitle olduğumuzu bütün kâinata göstermek lâzımdır.

Tokat A. H.

Âlem-i İslam ve Fransa

" Fransa'nın istikbâli âlem-i İslâmdadır"

Fransa efkâr-ı umumiyesinde son zamanlarda lehimize oldukça mühim cereyanlar hasıl olduğunu cereyaan-ı hadisattan (olayların gelişiminden) anlıyoruz.

İhtiras ve isitibdadın kara bulutları ile kaplanan Avrupa âfakında parlayan bu şule-i hakikat (gerçeğin ateşi) yine Fransa'nın medeni mefkûresinden (uygar ideallerinden/ ülkülerinden) sızmaktadır.

Clemenceau Hükûmetinin sukutuyla başlayan cereyan-i siyasiye (politik akımlar / gelişmeler) şüphesiz Fransız milletinin ruhunu okşayarak , onun hiç bir zaman arzu etmediği zulüm ve istibdad , cebr ve itisaf ( zorlama ve yolsuzluk) politikasını hitama çekecek (sona erdirecek) bir tarz-ı sâlime rücu etmiş ( sağlıklı bir şekle dönmüş) olacaktır.

Fransa efkâr-ı umumiyesinin, Türkiye ve âlem-i İslâm hakkındaki tezahürat-ı medeniyesine, yeni hükûmetinde muttâli (bilgi sahibi) olduğunu memnuniyetle görmekteyiz. İşte Fransa'nın en bessam (güler yüzlü) rical-i hükûmeti olan Mileran bir hitabesinde irad ettiği şü sözler..."Fransa'nın istikbâli âlem-i İslâmdadır"

Bu,fikrimizi teyid edecek delailin (doğrulayacak / güçlendirecek kanıtların) en büyüğü ve en mühimidir. Bu sözleri biz Fransız efkâr-ı umumiyesinin tercümanı olarak kabul ederiz.

"Filhakika (gerçekte) âlem-i insaniyetle , bilhassa bulunduğumuz son asr-ı medeniyede, (uygarlık çağında) hükûmetler için en büyük gaye menafi-i hususiye-i milliyenin muhafazası (Ulusların özel çıkarlarının saklı tutulması) olduğuna kaniiz. Ve bunu bir hakk-ı tabii (doğal hak) olarak kabul etmek bir emr-i zaruridir (zorunluluktur). Ancak milletin şeref-i içtimaiyatıını (toplumsal onurunu) kırmadan ......menafi-i milliyeyi temin edecek tarik-i mesaiyi (çalışma yolunu) ve siyaseti bulmak da hakikaten bir rical-i hükûmet için en büyük muvaffakiyetdir." İşte Mösyö Mileran bu arz ettiğimiz sözleriyle Fransa Hükûmetini sâlim ve tabii bir siyasete irca etmek istediğini âleme karşı göstermektedir.

Fransa'nın bu günkü menafii , şüphesiz ki âlem-i İslâm ile hoş geçinmek ile kabil-i temindir (sağlanabilir) . Mösyö Mileran'ın bizzat beyan ettiği vechile (gibi) bugün Fransa Hükûmetinin tebai-i islamiyenin (Müslüman tebaanın) adedi Fransa nüfusundan fazladır. Bu tebaanın hayatına riayet edilmek bir lüzum-u tabii ve siyasidir (politik ve doğal gerekliliktir).

Bütün dünya biliyor ki bu gün Türkler hakkında Avrupa'nın tatbik etmek(uygulamak) istediği tazyik ve imha (baskı ve yok etme) politikasına karşı yüreği sızlamayan bir Müslüman tasavvur edilemez.

Hint'de Çin'de Afrika'da hülâsa dünyanın hangi tarafında olursa olsun Hâlife-i Müslimin ve altı yüz seneden beri âlem-i İslâmın nigehbanlığıı (bekçiliği / koruyuculuğu) vazifesini yapmış olan Türk milletini rencide eden harekete karşı bütün vicdanı ile , bütün diniyle ve milliyesiyle isyan ve feveran etmeyecek bir Müslüman kalbi bulunamaz.