1 Nisan ,34. Sayı , 1 Sayfa, 1. Sütun

İstanbul Ve Matbuatı

Son posta ile gelen İstanbul gazetelerini okurken insanın ne feci’ bir esaret levhası karşısında bulunduğunu görerek tüyleri ürperiyor.

Hakikatte bu gazeteler boş kâğıttan ibaretmiş gibi görünüyor. İstibdad ve itisaf (baskı ve yolsuzluklar) o derece sıkı tatbik edilmektedir ki bütün matbuat vatanı için iki satır yazı yazmaktan memleketi için ağlamaktan men’ olunuyor.

Zavallı memleket ! Zavallı matbuat.. Serbesti-i matbuatın (basın özgürlüğünün) , bütün milel-i mütereffihanece (refah içindeki milletlerce) kabul edilmiş bir esas-ı medeni (uygarlığın esası) olduğu hatırlanırsa, itilâf devletlerinin memleketimizde tatbik ettikleri cebr ve tazyik ( uyguladıkları zorlama ve baskı) politikasının nasıl bir halet-i ruhiye (ruh hali) neticesi olduğu derhal tezahür eder (ortaya çıkar/ görünür).

Demek ki İslamın makarr-ı hilâfeti (hilâfet merkezi/İstanbul) bütün mânasiyle esirdir. Demek ki Türkün makam-ı saltanatı, vatanın cüz-i azamisi (büyük parçası) olan İstanbul matbuatı ile her şeyi ile beraber esaretin zincirleri altında inliyor. Avrupa medeniyetinin vatanımızda tecelli eden şu tarz-ı nevini ( ortaya çıkan şu yeni tarzı) karşısında bilmem ki ne söyleyelim..

Haif (korkak) ve hain bir vaziyetle ,yılanlar gibi kıvrıla kıvrıla en nihayet bütün muhiti istilâ eden ve insanlara bir vahşet-i şiddet istibdadını (şiddetin ilkel baskısını), zulmünü artıran bu kuvve-i galibenin (galip kuvvetin) mertliğe ve insaniyete yakışmayan hareketlerini düşmanlıktan öte bir hıyanet-i medeniye (uygarlık düşmanlığı) telâkki etmek en zaruri bir yoldur ..

Beşeriyetin (İnsanlığın) en sevgili en mümtaz bir haslet-i tabiisine, bir fazilet-i fıtriyesine (en seçkin bir doğal özelliğine, bir doğuştan varolan hünerine / iyi özelliğine) hıyanet edenler ,onu muhteris ve kirli elleriyle mahvetmeğe çalışanlara bin nefret.

Fakat bu nedendir ki : Esir vatanımızın harab köşelerinde bir de baykuş sesi işitiyoruz.

Oh.. Bu ses bizi düşmanın kurşunundan, istibdadın ,itisafın (baskı ve sapkınlığın / yolsuzlukların) kanlı pençesinden daha ziyade dilhun ediyor (yüreğimizi yaralıyor).Vatan alâkasından, cemiyet ve hiss-i milliden tecerrüd etmiş ( toplum ve ulusal duygudan sıyrılmış / kopmuş ) ve sefil düşmanına sakilik eden ; nefsini, namusunu onların zevkine ,ikmal-i zevk-i hayvaniyesine (hayvansal zevklerinin doyurulmasına) terk eden bir ses, vatanperveranın mestanesine (yurt severlerin sarhoş kafasına) indirilen bu ses “Ali Kemal"in sesidir.

“Peyami Sabah’ın” (*) o düşman mefkûresiyle intişarı (fikirleriyle / idealleriyle yayınlanması) ve namus perdesine kat kat tecavüz eden hainane neşriyatı (yayınları) Anadolu muhitinde yer bulamayacaktır.

Yazık, muhbirane (ihbar edeci / ihbarcı ) bu neşriyat; vatana hıyanetin bu mertebesi artık havsalaya (akla / algılamaya) sığacak bir şekilde değildir.

Gözlerinin önünde düşmanlar milleti mahvetmek, ezmek isterken, gözlerinin önünde medeniyetsiz düşmanlar, mukaddesata , namusa , milletin şeref ve izzet-i nefsine tecavüz ederken . Gözlerinin önünde makam-ı hilâfet ve saltanat tahkir olurken (hakarete uğrarken) . Hülâsa (kısaca /sonuç olarak) : İslamiye tın imha ve istilâsı esasları kendi muhitlerinde kararlaştırılırken .. Bu vatan hainlerinin kopardığı yaygaralara bir mâna vermek elden gelmiyor.

İngiliz liralarının , sarı sterlinlerinin tesir-i sahiri (büyüleyici etkisi) ile ortaya atılan bu vatansızların yaygaraları hiç şüphe yok ki yalnız kendi muhitlerinde mahsur (sınırlı /kuşatılmış) kalacaktır . Emin olsunlar ki bu yaygaraları o muhitte de dinleyecek namuslu bir fert yoktur.

Yalnız acıdığımız bir şey varsa “ Ali Kemâl”in ve rüfekasının (yandaşlarının) para ile satılan vicdanları, namusları değil .. bu kancık ve zehirli fikirlerin bizim lisanımızla bizim hurûfatımızla (harflerimizle) ifade olunuşudur. Ali Kemâl şu hareketle vatana, namus-u milliye hıyanet etmekten başka lisanımızın, hurûfatımızın elfazı ve kelimat-ı Osmaniyenin (dilimizin, harflerimize ait sözlerin ve Osmanlı kelimelerinin) de şerefini kırmaktadır.

Düşmanlarımızın kuvvet-i siyaseti , entrikaları memleketlerimizi işgal ederken , altınlarının da lisanımızı işgal etmiş olmasına ne kadar esef etsek yeri vardır.

Biz zan ederdik ki milletin namusunu, istiklâlini kılıcından, kuvvetinden ziyade lisanı ve mefkûresi müdafaa eder.

Biz zan ederdik ki bu vatanın evlatları mukaddesatını para ile satmak hıyanetine tenezzül etmez ..

Fakat Ali Kemâl gibi bir vatansız bu mefkûreyi de alt üst etmek isterken , Anadolu kendi sulbundan (dölünden) meydana gelmiş olan o menfur ve menhus (nefretlik ve uğursuz) vücudu kendisinden saymıyor. Anadolu o namerdi o sefil şahsiyeti vatandaşlıktan çıkarmıştır.

Binaenaleyh (buna göre) onun sözlerini bir düşman tüfeğinden çıkan serseri mermiye, onun fikrini, tabir-i münasiple (uygun tabirle) düşman mefkûresine benzetiyoruz.

Bizim nazarımızda bir zamanlar darülfünun dershanelerini vatani düşünceleri ile mili mefkûreleri ile tenvir eden sabık (aydınlatan eski) Ali Kemâl ölmüştür. Çünkü o zat artık eski kafasının sahibi değildir .. Sabık mefkûresinden vaz geçmiş ve irtidad etmiştir (din değiştirmiştir)..

İhtiras uğrunda , gizli emeller peşinde vatanı satmaktan çekinmeyen mahlûkatın bu vatanla bir alâkası yoktur. Düşman ordusuna iltihak eden (katılan) vatansızların sözleri, propagandaları , her şeyleri, namusuyla yaşamak azmini taşıyan millet karşısında ,irade ve iman-ı milli muvacehesinde (önünde / karşısında) erimiştir.

İşte İstanbul’un zavallı ve esir matbuatı arasında düşman siyasetini müdafaa eden bir Peyam-ı Sabah paçavrası vardır ki kendi muhitinde bir tek o serbest hareket etmektedir.

İstanbul’un içinde hadis (haber) olan mesaili tetkikten men’ edilen (meseleleri incelemekten alı konulan) ,ahval-ı dahiliye ve milliye (iç ve milli durumlar) namına bir kelime bile yazamayan biçare matbuatımız şimdi bu paçavranın tahakkümü altında ezilmektedir. Bir kelime yazmak cüretini gösteren muharrirler birer birer toplanıyor.

Fakat Ali Kemâl emin olsun ki başına siper-i şaika (paratoner)da koysa bu günkü dostları nazarında kendisinin bir İngiliz,bir Fransız kadar kıymet-i medeniye ve içtimaiyesi olmayacaktır.

......................................okunamadı........................................................................................

Hayri Lütfi

 

 

 

 

 

 

(*) Ali Kemal'in "Peyam'ı" ile Ermeni Mihran'ın "Sabah" gazetelerinin birleşmesi sonucunda "Peyam-ı Sabah adıyla 1913-1922 tarihleri arasında İstanbul'da neşrolunan ve baş yazarı Ali Kemâl olan Harekât-ı Milliye'ye karşı, İngiliz yanlısı gazete