8 Nisan , 35. Sayı, 1. Sayfa, 1. Sütun

Elbette

İstiklâlimizi Kurtaracağız

Düşmanlarımız harp de sıkıştıkları günlerde, bütün küçük milletlerin hakk-ı istiklâl (bağımsızlık hakkı) ve hürriyetlerini tanıyacaklarını bir kaç defaca umum cihana ilan etmişlerken, Amerika’nın salahiyetdar reisi Wilson, prensiplerini bütün akvama (uluslara) vaad etmiş iken, Avrupa hükûmetlerinin bu günkü tuttukları muhteris (aç gözlü) ve öldürücü siyasetinin devamı ve tatbiki kabilmidir ? Sırf hırıstiyan oldukları için kemiyetleri akl-ı gabi (geri zekalı) derecesindeki milletlerin hakları verilirken İslamların esir yaşatılmaları doğrumudur?

Hâlâ. Bin üç yüz senelik hilâfete ,dünya kurulalıdan beri devam eden Türk hakanlığına , altı yüz senelik Osmanlı Saltanatına nüfuz etmek (söz geçirmek) ve kudretini kırmak, umum Müslümanların mukaddesatını hiçe saymak ne kadar tehlikeli bir şeydir düşünülüyor mu ?

Acaba dünyayı boş bulduklarını zan eden muhteris düşmanlarımız milel ve akvamı baziçe-i ihtirasları (milletleri ve ulusları , aç gözlülüklerinin oyuncağı ) yapmakla âtide tahaddüs edecek (gelecekte kendiliğinden oluşacak) tehlikelerin bir gün başlarında bir bomba gibi patlayacağını zan edemediler mi (şüphelenemediler mi) ?

Zavallı beşeriyet (insanlık) , zavallı medeniyet .. Sırf birkaç kindar ve muhteris ruhlu siyasilerin tatmin-i âmali (arzularının doyurulması) için beş sene beyhûde yere kan döküldüğü yetmiyormuş gibi bir de hâlâ yanlış ve zalimane siyasetlerle istikbâlde de yeniden kanlar akması için projeler , planlar çiziliyor.

Zavallı ve saf kalpli insanlar harbi takip eden günlerde cihanın saadet-i istikbâli (gelecekteki mutluluğu) namına ne büyük ümitlerle avutulmuştu. Harb ve istibdat kalkacak, dünyadaki milletler haklarına sahip olacak ve bir daha esbab-ı niza ve mücadele (kavga/ anlaşmazlık sebepleri) kalmayacak. Herkes işinde gücünde sulh ve salâha kavuşacaktı.

Fakat bu ümit ve temenniler çok sürmedi. Harbin hitamı müjdesiyle beliren gülgûn sema-yı sulh (gül renkli barış seması) çok geçmeden siyah bulutlarla kaplandı. Muhteris siyasilerin gösterdiği cebirlerle (zorlamalarla) karardı ..Acaba Avrupa’nın bu mutaassıp (tutucu), zalim siyasileri bilhassa İslamlara karşı reva (yaraşır) gördükleri mezalim ve esaretin ne kadar büyük bir isyan ve harekâtı tevlid edeceğine (doğuracağına) kanaatleri yok mudur ..

Bu gün seferber ( savaşmaya hazır) orduları, muharip gemileri hemen zulm ve fecai’ ikaında (yapmakda) berdevam iken bile ihtiras-ı hakk-ı istiklâl ve halâsından (kurtuluş ve bağımsızlık hakkını korumakdan) bir türlü vaz geçmeyi akıllarına bile getirmeyen Müslümanlar, , yarın geniş ve müstesna ( farklı) bir zamanda muhakkak daha azim mücadele edecektir. Avrupa’nın bütün galip fakat gözleri perde-i zulm ile kaplı hâl-i hazırda sırf İslamı mahvetmek, Kuran’ı yeryüzünden kaldırmağa matuf (dönük) hareketlerine devamda inat ve tevarüd eden (direnen ve direnmeye devam eden) hal-i siyasiyesine (politik tavrına) bilhassa yüz milyondan fazla Müslüman tebaaya malik İngiltere İmparatorluğunun mutaassıp başvekili Lloyd George’a lânet ediyorum. İzmir’de, Trakya’da kargaşa ve anarşi olduğunu söyleyerek bu güzel yurtlarımızın bizden koparılacağına işaret eden bariz hakikate karşı, tahrif-i mahiyet etmek (içeriğini / özünü bozmak) istemelerinin sırf İslamları imha etmek politikasına merbut (bağlı) bir keyfiyet olduğunu anlamayan bir Müslüman yoktur. Milletini yanlış siyasetlere âlet ettiğini söyleyerek ilan etmek isterim ki :Eğer bu gün mahv ve imha politikasına kuvvet-i izhar (hazırlanmış kuvvet) olarak gösterdiğin ordun ve donanman dünyaları ateşe boyasa yine İslam ve Türk azminden zerre kadar gerilemeyecektir, yeşil yurdunu,mukaddes vatanını kurtarıncaya kadar mücadeleden vaz geçmeyecektir.

Yine sorarım, acaba kahr ve zulüm ile âleme ters bir nazar ile bakan kocaman imparatorluğunuz din ve ananat-ı milliyesini (milli ananelerini) muhafaza için izhar-ı mevcudiyet eden (varlığını gösteren) bir avuç Müslüman ve Türk'e silah atmakla milletinizin tarihi lekelenmez mi ? Adalet ve hakkaniyet perverliği ile tarih-i medeniyetde (uygarlık tarihinde) şan ve şeref ile necip Türk kavmi bu azm-i cihanpesendanesinde (cihanın beğenisini kazanmış kararlılığında) devam edecek dini, namusu, vatanı, istiklâli için çarpışmaktan yılmayacaktır.

Terakkiyat (ilerleme) ve medeniyetin is’adına ( yükseltilmesine / yükseltmeye) muvaffak olan Avrupa milletleri esasen şimdiden bu hakikat güneşini görmüşlerdir.

İtalya ve Fransa efkâr-ı umumiyesi bu yanlış siyasetin bu sergüzeştin akibet-i mühlikesini (maceranın tehlikeli sonucunu) anlayarak mazlum Türklerin lehinde idare-i kelâm etmektedirler (söylemlerde bulunmaktadırlar).

İngiltere de de böyle bir hasbi (iyi niyetli) teşekküller çalışmaktadır.

Yarın orada da hakikat bütün açıklığı ile anlaşılacak ve siz,ey muhteris siyasiler nadim ve peşiman olacaksınız. Milletimde zulüm ve kinden kurtulacak ..

İmzasız

 

12 Nisan, 36. Sayı, 2. Sayfa 1. Sütun

Müdafaa-i Şan ve Şeref Uğrunda Ölmek

Yaşamanın En Yüce Mertebesidir

Bir zamanlar şa'şaa-i şevket ve azametiyle (parlaklığının yüceliği ve büyüklüğü ile) bütün aktan-ı cihana dehşet ve heybet şerareleri (dünya ülkelerine korku ve saygı kıvılcımları) saçan Roma hükümeti ; o zaman bir gölge kadar ruhsuz, adeta bir "şinin" kadar ehemmiyetsiz gördüğü Kartaca milletini ezmek için bütün mevcudiyetiyle Onbeş sene uğraşmış, çarpışmış, nihayet bu kadar senelik mağlubiyet müteselsilesinin (birbirini takip etmesinin) neticesi olarak ecsad (cesetler) ile dolu, boş bir yurda güç hal ile girmeğe muvaffak olmuştur. Bu gün o küçük Kartaca Hükümetinin tarih-i beşeriyette (insanlık tarihinde) bıraktığı nam o kadar büyüktür ki: Yüz bin senelik miskinane (uyuşuk) bir hayat, bu bir şerarenin, bir yıldırımın ömrü kadar az bir zaman zarfında kazanılan şerefli mevkiyi , kabil değil te’min edemez (mümkün değil sağlayamaz).Birden bire coşup, belâ gibi etrafımızı ihata eden (kuşatan) felâketler bizi hiç bir zaman me’yus (ümitsiz) etmemelidir. Zira ; duçar-ı yeis ve tarumar olan (ümitsizliğe düşen ve dağılan) bir millet için heyhat ! hüsran (ne yazık ki kaybetmek) hazırdır. Duçar-ı masaib olmuş (musibetlere uğramış) bir millet ki : medar-ı tesellisini (teselli nedenini ) yine kendi azim ve ümidinde arar, işte o millet ayetlere (belli gerçeklere) ekilen şan ve şerefini daha halde derdeste muvaffak olabilir ( övüncünü / üstünlüğünü o anda iken ele geçirmeyi başarabilir).. Zira: Azim ve ümit, âfak-ı mukadderatı ihata eden sehaib-i mesailin (geleceğin ufuklarını kuşatan sorun bulutlarının ) yekdiğerine çarpışmasına ve bu da berkanların zuhuruna vesile olur (volkanların ortaya çıkmasını sağlar).

Gecenin zalam-ı tenhaisi (tenha karanlığı) içine, alevlerini semanın binihaye (sonsuz) karanlıklarına kadar fırlatarak zuhur eden (ortaya çıkan) vahşi bir yangın tasavvur ediniz ; acaba daire-i barikine (parıldayan alana) saniyeden müstefidane ( yaralanarak) kuvvet ile mukabele olunursa ziyası tahfif edilebilir mi (ışığı hafifletilebilir mi).. Şüphesiz ki: fedakârlıklarla, azim ve imanla hangi yangın gördük ki : sönmedi ! .

Londra âfakından yükselerek memleketimizin telaşsız semasında karar eden hunin ( duran kanlı katil) bulutlar nihayet bir terane-i dehşetengiz (korkutucu bir nağme ) ile müthiş bir saika-i belâ (bela yıldırımı) kustu. Öyle bir saika-i belâ ki : ta ciğergâh-ı vatana (vatanın kalbine) isabet etti.

Binaenaleyh bu gün bütün İslamlar için artık esbab-ı halâsa (kurtuluş vasıtalarına /araçlarına ) sarılmak mecburiyeti hasıl olmuştur (zorunluluğu ortaya çıkmıştır). Çünkü : Asrımızda öyle bir zihniyet -i vahşiyane hüküm fermadır (ilkel zihniyet hükmünü yürütmektedir) ki :Hakka istinad etmek (dayanmak, fikr-i insaniyeti takib eylemek (insancıl fikirlerle hareket etmek) doğrudan doğruya girdab-ı helâkâ (ölüm girdabına) yuvarlanmak demekdir. Zira; bu gün hak kuvvetindir. Zaifler, kavilerin (kuvvetlilerin) aç kaldıkları veyahut onların vahşet-i kanları (kanlarındaki ilkellik) kaynadığı zaman her hangi bahane ile veyahut bilâ bahane (uydurma sebeplerle ya da sebepsiz) yutulmağa tabiaten istihkak kesb etmiş (doğuştan hak etmiş) birer biçarelerdir !. Zalimlere, alçakçasına yutulmaktansa kızıl kanlarla boyanmış olarak mahşer-i emvata (ölülerin mahşerine) karışmak elbette çok daha iyidir.

Bizi, düşmanlarımız kuvvetleriyle korkutmak istiyorlar, biz de korkumuzla düşmanlarımızı kuvvetlendirmeyelim!. Çünkü: Onların derece-i kuvvetleri bizim mahiyet-i ruhiye ve vaziyet-i maddiyemizle tehalüf eder (onların kuvvetlerinin derecesi, bizim ruh yapımız ve maddi durumumuzla ters orantılıdır) Ne olursa olsun bütün dehşetler, şiddetler, bir tadili mümkün-i jiyandır (bir kükreme ile düzeltilebilir). Elverir ki ; kuva-yı vahdetle galeyan etsin (yeter ki birliğin kuvveti ile coşsun)!..

Biz; şark ve garba etek öptürmüş, tarih-i beşeriyetde necabeti, metaneti, şecaeti (insanlık tarihine soyluluğu, sağlamlığı, yiğitliği) ile hülasa pek büyük bir nam bırakmış bir milletin varis-i şanıyız (şanının mirascısıyız). Ahlâkımızın tebdili (düzeltilmesi), hilkatimizin tağyirini icab ettirmez (doğuştan sahip olduğumuz özelliklerin bozulmasını gerektirmez ) Bu kan yine o kandır. Meskenet (miskinlikler/uyuşukluklar); Osmanlılıkla hiç bir zaman ülfet edememiştir (kaynaşamamış / bir arada olamamıştır). Çünkü: Bu mümtaz hilkat (seçkin özellik) bir ateş parçası mahiyetindedir (gibidir). Barut gibi, yakıcı bir nesnenin tesiriyle hemen mahv oluvermek kabiliyetinde olan şeyler ona katiyen yaraşmaz. Binaenaleyh (böylece) hiç bir millet o ateş parçasını yutmağa cesaret edemez ve edemeyecektir.

Bütün insanlar için ölüm mukarrerdir (kararlaştırılmıştır./kaçınılmazdır). Bununla beraber o akıbet-i mukarrerenin (kararlaştırılmış sonun) takdim ve tehirinde (kararlaştırılmış olan sonun öne alınması ve ya ertelenmesinde) hiçbir fark yoktur. Beşer (insan), ömre doymaz. Şahadet bahş olacak bir surette ölmek yaşamanın en yüce mertebesidir. Tecavüzata lâkayıtlık (saldırılara ilgisizlik) hayvanata has bir tür hareket ve mütalâadır. Şan ve şeref uğrunda ölmek ise isbat-ı insaniyet etmek (insanlığını kanıtlamak) demektir .

Elde süngü, kalpte Tanrı olduktan sonra, kalbe korku ve ümitsizlik nereden, nasıl girer ? !..

M...N....

22 Nisan, 38. Sayı, 1. Sayfa,1. Sütun

Çete Reisleri

Posta ile gelen Peyam-i Sabah gazetesi , Çağadamard (*) gazetesinden naklettiği bir iftira ve bühtan (dokundurma) ile kendine mahsus mahiyet-i hususiyesini (kendine has özelliğini) bir kat daha tesbit eden (saptayan /belli eden) kesb-i düruğ ile (yalancılıkla) tezyin-i sütun -u mefharet (!) ediyor (sütunlarını süslemekten koltukları kabarıyor). İnsan bu gibi yalanlarla efkâr-ı umumiyeyi zehirlemeye yeltenen ve bu suretle mukadderat’ı millete (milletin geleceğine/kaderine) hakim olmak isteyen bunun gibilere hayret etmemesi mümkün olamıyor. İstanbul’da bulunan bu zehirli siyasiler her halde Anadolu halkının idrâk ve irfandan ari bir sürü kalabalık olduğu kanaatindedirler. Onun safiyet-i milliye ve ahlâkiyesinden (milli ve ahlâki saflığından) yükselen irfan (anlayış) ve idrakin(kavrayışın) takdirini, zihinlerinde temerküz ettirdikleri (biriktirdikleri / topladıkları) kanaat, izhar-ı mümanaat eyliyor (engel olduğunu gösteriyor).. Zira bu kadar açık ve sarih yalanların kendi nokta-i nazarlarına göre vasıta olabilmesi için Anadolu halkının başından aşağı cehl-i payan (cahilliğin son noktası) içine yuvarlanması lazımdır. Yahut da “Ali Kemal” ve hempaları gibi Anadolu muhitinin ecnebisi ve yabancısı bulunmak iktiza eder (gerekir). Meşhurdur “ Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” derler. Bunların mumu ise o kadarcık olsun şulever-i iğfal (aldatıcı ışık veren) olamıyor. Mezkur gazetenin "Çağadamard" gazetesinden nakl eylediği havadisi derc ediyoruz(gazetemize alıyoruz).

Verilen havadisin pek açık ve sarih olan düzmeliğine rağmen bundan istifade ederek efkâr-ı umumiyeyi (kamu oyunu) ve Düvel-i mü'htelifeyi (İtilaf Devletlerini) Anadolu ahalisi aleyhine çevirmek isteyen siyasilerin derece-i kabiliyet ve kıymetlerinin takdir olunmasını efkâr-ı umumiyenin muhakemesine terk ediyoruz. Bunlar hakkında şimdiye kadar söylenmedik söz, yapılmadık tahkir (aşağılama/hakaret) kalmamıştır. Fakat ne çare ki müteessir olan bir kabiliyet yoktur.

Peyam-ı Sabah 4 Nisan 1336 tarihli nüshasının 3. Sahifesinin ilk sütununda yine Çağadamard gazetesinin istihsal eylemiş olduğu malûmata göre :" Sivas’da vaziyet vahimdir. Çete reislerinden Emir Paşa ile Emin Kâhya zade Hakkı Bey gece şehr-i mezkûra avdet etmiş (adı geçen şehre dönmüş)ve parlak bir surette istikbal olunmuşlardır". şu havadis-i kaydı ( yazılı haberi) nakl ediyoruz..Biz bu havadisin nasıl bir menbadan (kaynaktan) ve ne maksatla verildiğini biliyoruz. Yalnız hayretimize,hatta nefretimize mucip (sebep) olan bir cihet varsa oda: Peyam-i Sabah gazetesiyle bu milletin mevadiyesinden gafil ( içindeki cevherden habersiz) l ve alâkası olmayan ,mukadderat-ı milleti tedvire (milletin geleceğini idare etmeye ) kendisinde bir kabiliyet iddia eden ve Ali Kemal ismini taşıyan bir adamın bunu naklen ilan eylemesindedir.

Gerçi Ali Kemal'in düşmanlarımızla birleştiğini bilmedik hiç bir fert kalmamıştır. Fakat bir uzv-i siyasi (siyasi organ) olmak isteyen bir adamın mütareke ahkâmından (hükümlerinden) istifadeye mürailiğinden(iki yüzlülüğünden) mi yoksa muhteris (aç gözlü) Ali Kemalliğindenmidir

Biz malûmu (bilineni) ilân etmek suretiyle beyhude zai-i vakte (vakti ziyan etmeye) lüzum görmüyoruz Millet bu ve emsallerinin ne tiynetde yaradılmış olduklarını müdriktir. İşte yukarıya aynen nakl ettiğimiz havadis herkese kanaat bahş olabilecek bir şekildedir.

Bütün Sivas ve Anadolu ahalisi Mahir Beyzade Emir Paşa’nın ve Sivas'ın en kadim bir ailesine mensub olan hastahane müdürü Hakkı Beyin bu gibi iftira ve bühtanlardan azade olduğunu biliyorlar. Bunun için biz fazla bir şey söylemeyi zaid (gereksiz) görür, takdir ve muhakemesini efkâr-ı umumiyeye terk ederiz.

Hülasa şunu söylemek isteriz ki : Bu gün Anadolu’nun gösterdiği vahdet ve tesanüd- ü milli (milli uyum) aleyhine hareket edenler ve bunun için yalanlar , iftiralar,bühtanlar tasdi’ edenler (baş ağırtanlar) ve Düvel-i Mü'telife ile Avrupa efkâr-ı umumiyesini aleyhimize çevirerek Anadolu’ya hakk-ı hayat vermek istemeyenler bu ervah-ı habiselerdir (kötü ruhlu şeytanlardır ). Artık öbür tarafı millet düşünsün..

İmzasız