29 Aralık
,18. Sayı , 1. Sayfa Elbistan Mitingi Münasebetiyle Altı
yüz küsur senelik mevcudiyet ve istiklâlimizi tetkik edenler (varlığımızı
ve bağımsızlığımızı inceleyenler) bu milletin seciyesindeki
(yaratılışındaki / tabiyatındaki) hutut-u istiklâl (bağımsızlık
yolunda) azim ve iradesindeki kat’iyeyi (kesinliği) takdir ederler. Medeniyet
maskesi ile cibilliyet-i hakikiyelerini setr eden ( gerçek mayalarını
saklayan) ilim ve irfan kisvesi ile nevakıs-ı insaniyelerini
ketme yeltenenlerin (bilim ve fen örtüsü ile insanlıktaki noksanlıklarını
gizlemeye kalkışanların) bir hakikat karşısında biraz temkinli hareket
etmeleri, hakim ve müstakil yaşamış bir milletde izzet-i nefs-i millinin
(ulusal onurun/ kendisine olan saygının) ne demek olduğunu bilmeleri ve
anlamaları icabeder . Dünyada
ferdi ve umumi herhangi hitab veya itabın mesnedi(seslenmenin veya
azarlamanın dayanağı) , az-çok , uzak yakın bir hak ve hakikat olmazsa,
General “D....’nın” Maraş’lı dindaşlarımıza vaki’ olan tehdidatı gibi mesnetsiz
ve tesiriyesi sıfır olur . Daha düne kadar her zerre-i
hâki (toprak zerresi), ecdadının , evlâd ve ahfadının ,hun-u halisiyle
(saf / katıksız kanıyla) yoğrulmuş ,asırlardan beri temellük ettiği
(sahib olduğu) bayrağı ve istiklâl sancağı temevvüc etmiş (dalgalanmış)
ve elan bir ekseriyet-i kahr ile ( bu anda ezici bir
çoğunlukla) sahip olmuş bulunduğu Adana, Urfa, Ayıntab, Maraş gibi ecza-i
vatan (vatan parçaları) hiç bir sebeb-i makule istinat etmeyerek (akla
uygun bir nedene dayanmayarak) haksız yere işgal eden bir Fransız milletinin
generalinden bu tarz-ı tahakkümü (baskıcı yöntemi) hangi hakka istinad
ettirdiğini bir türlü aklımıza sığdıramadık ve asabiyet-i diniye ve
milliyemizle te’lif edemedik .( din ve vatan düşkünlüğümüzle
bağdaştıramadık). Evet
hak, kuvvetin karşısında mevcudiyetini muvakkaten gizler, fakat kuvvete
istinad eden hakların pulad-ı mevcudiyetlerine (varlıklarındaki
çeliğe) çarpan kuvvetler ne kadar kavi ve biaman (insafsız) olsalar da
dağılmaya, parçalanmaya mahkûmdur. General “D...nun” bu hakikatten gafil
olmasına ihtimal vermek abestir. İlim ve Fen sahasında en yüksek
bir mevki’i işgal etmiş olduklarını iddia eden Fransız milletinin aklı
başında olması lazım gelen bir generalinin bu hakikati derk ve teyakkun
etmesi (iyice anlayıp bilmesi ) lazımdır. Yalnız harb-i zailin (
sona eren harbin) hasıl eylediği galibiyet ve neş’e-i zaferini takib eden
istilâ hırsları belki bu hakayıkı (gerçekleri) setr edebilir
(örtebilir) Fakat milletin mukaderatını düş-ü
dirayetine alan bir general bilmelidir ki bu hakayıka agâh
(geçeklerden haberli) geride bir millet ve hiç bir kuyut ve uhuda
(kayıt ve anlaşmalara) müstenid olmayarak (dayanmayarak) haksız yere
işgal ettiği ecza-ı vatanda (vatan parçalarında) , karşısında hakkına
sahip-i azm ve iradesinde sabit bir Müslüman ve Türk milleti vardır . Kuru tehditlerin beyhude yaygaraların
hiç bir kıymet-i maddiye ve maneviyesi olamayacağını ve bu gibi hareketlerin
hiç bir hak tevlid etmiyeceği (doğurmayacağı) hakikatini general
cenapları anlamalıdır. Fakat mağlubiyet, mahkûmiyet ve
esaret değildir ve olamaz. Asırlardan beri hakk-ı istiklâlini koruyan,
hakimiyetle yaşayan bir milletin cebren , kahren (zorla,ezerek) Mahkûm
edilmesi muhal (olmayacak şey) olduğu gibi Anavatandan herhangi bir cüzün
(parçanın) kayd-ı esarete (esaret altına) alınması ve parçalanması da
o kadar muhaldir (olmayacak şeydir). Zira Mahkûmiyetin bir gün hitam
bulacağının muhakkak olduğunu bu millet pek iyi takdir etmiştir. İki yüz
senedir kaybettiğimiz aksam-ı vatanda (vatan parçalarında) ne
mevcudiyet-i diniye ve ne de mevcudiyet-i ırkiye kalmamıştır. Bu hakikat
karşısında Avrupa’nın medeniyet maskesine atf-ı ehemmiyet edilmesi
(önem verilmesi) ve aldanılması biz Müslüman ve Türkler için bir cinayet ve
ihanet teşkil der. Harbin tevlid ettiği zaaf-ı maddimizden (sebep
olduğu maddi güçsüzlüğümüzden) istifadeye yeltenenler bu milletin
mevcudiyet-i asliye ve maneviyesinden tegafül oluyor (bilmezden
geliyor / habersiz görünüyor)) demektir. General “ D...nun” söylediği gibi
Fransız milletinin kudret-i askeriye ve vesait-i tahribiyesi (yıkıcı
vasıtaları/ silahları) belki vatanımızın bir kısmını istilâya ve o kısımdaki
milletimizi imhaya kâfidir. Ve hall-i mesele edilebileceği kanaati mevcut ise
bu doğru olabilir. Halbuki : biz Müslüman Türkler hiç bir millete karşı izhar-ı
husumet etmediğimiz (düşmanlık göstermediğimiz) gibi istilâ emellerimizde
yoktur, olamaz. Buna mukabil bir hakkımız vardır ki o da ona kimseyi müdahale
ettirmemek ve vaki’ olacak tecavüzata karşı da son kozumuzu oynamaktır. Bu
takdirde ya şerefle tarihe intikal eder ve yahut hakk-ı hayat (yaşama
hakkı) ve istiklâlimizi te’min ederek yaşarız. Bu gün hiç bir Müslüman Türk
tasavvur edilemez ki mesaisi bu gayeyi istihdaf (hedef / amaç)
etmesin. Mütarekeden bu güne kadar cereyan eden vukuat ve haksızlıklar bu
milletde bu zihniyeti pek haklı olarak izhar etmiştir (meydana
çıkarmıştır). Ve bu günün en yüksek ideali bundan ibaretdir. Hakkımız pek açık ve sarihdir.
Milletimizin arzu ve iradesine istinad eden hakk-ı hayat ve istiklâlimiz hiç
şüphe yok ki bütün cihanca anlaşılmalıdır ve şimdiye kadar hiç bir sebeb-i
hakiki ve mantıkiye mesnet olmayarak (gerçek ve mantıklı nedene
dayanmayarak) haksız yere işgal olunan aksam-ı vatan yed-i ecanibten tahlis
edilecektir.( yabancıların elinden kurtarılacaktır) İşte o zaman bir sulh
ve müsalahat-ı umumiyeye (genel uzlaşmaya / barışa) kail olabilmek
(inanmak) imkânı tahassul edecektir (meydana gelecektir) Geçen nüshamızda mukarrerat-ı
katiyelerini (kesin kararlarını) neşr ettiğimiz Elbistan’daki dindaşlarımızın
Mitingi bu hakikati olanca vuzuh ve kat’iyetiyle ve bütün Anadolu ve Rumeli
ahali-i islamiyenin ve bilhassa Sivas'lıların kanaat ve Efkârına tercüman
olarak cihana ilan ve izhar etti. Ve bu meyanda Maraş’daki Fransız generali
“D...” cenaplarına da iblağ eyledi (ulaştırdı). Bu vesile ile ümid
ederiz ki atılan hatvelerin (adımların) , takibedilen hatt-ı
hareketlerin hata olduğu anlaşılır da hakk-ı hayat ve istiklâli için feda-yı
mevcudiyete azm etmiş olan bir milletin ecza-i vatanından (vatanın
parçalarından) herhangi bir kısmının velev muvakkaten işgal ve tefrikine
imkân mevcut olmadığı hakikati bir kat daha tavazzuh ve tebellür eder
(açığa kavuşur ve netleşir) ve bu suretle medeniyet namına iddiay-ı
nisbet eden (uygarlık adına iddiada bulunan) haksızlar beşeriyeti yeni
bir kan ve ateş sahasına sevk etmekten sarf-ı nazar ederler (vazgeçerler). 29 Aralık ,
18. Sayı , 2. Sayfa Heyet-ı Teşriiye Her milletin milli dertleri , içtimai
teşebbüsleriyle izale ve tedavi edilebilir (toplumsal girişimleriyle
giderilir ve sağaltılabilir). Hükûmet-i Osmaniye dokuz seneden beri meşruti
bir idare ile idare-i mevcudiyet etmekte idi. Bu müddet zarfında esbab-ı
siyasiye ve mukteza-yı harbiyeden (siyasi nedenlerden ve savaşın
gereklerinden) dolayı ruh-u millet ve memleketin bazı safahat-ı
istibdadkâreneye (baskılı yönetim dönemlerine) ma’ruz bırakılmak
zaruretinde kaldığına şüphesiz hepimiz şahit bulunuyoruz. Binaenaleyh (bundan dolayı) bir çok zamandan beri
iktisadi mahrumiyetler içerisinde çırpınmakta olduğumuzu da inkâr edecek bir
ferd bile tasavvur edilemez. Bakir memleketimizin sinesinde medfun
hazain-i tabiiyeye atf edilen haris nazarları (bağrında gömülü olan doğal
kaynaklara çevrilen aç gözlü bakışları) kırmak, kendi servetimizden kendimiz
istifade eylemek, hülasa (kısaca): ecanibden (yabancılardan)
bazılarının vaziyetimizden bil istifade (yaralanarak) bu mülk hakkında
takib eyledikleri imha ve istilâ politikalarına silahlarımızla mukabele etmek
maksad-ı vatanperveranesi ile evvela Trablusgarb, Balkan; bilahare (arkasından)
harb-i umumi cephelerinde ahz-ı mevki eylemeye (yer almaya) mecbur
kalmıştık. Vesait-i harbiyemizin derece-i kafiyede (yeter derecede)
olmaması ve buna inzimam eden (bağlı olan) esbab-ı saire (diğer
sebepler) yüzünden maateessüf âmal-i milliyemize vasıl olmak (ulusal
amaçlarımıza ulaşmak) imkânının istihsaline muvaffak olamadık. Her ne olursa olsun tarihen sabit
olduğu üzere kendi hayatının, kendi ulularının en ufak emirlerini pek büyük
bir ehemmiyetle ve hürmetle karşılayan bu millet, günbe gün yoksulluğa
katlanarak, kendi varlığını müdafaa emrinde gayr-i kabil-i tahammül
tekalifin (dayanılmaz tekliflerin) hepsini kemâl-i sabr (büyük bir
sabırla) ve metanetle iktinah etti (kavradı). Harp zamanlarında gayret
ve hamiyete düşen vezaif-i kemâliye ( önemli büyük görevler) bihakkın
ve bizzat ifa edildi. Hukuk ve istiklâliyetini idame ettirmek (devam
ettirmek) için bundan böyle de vazife-i vataniyesinde zerre kadar kusur
etmeyecektir. Şu kadar ki seviye-i urefanı (fen /irfan / bilgi düzeyi)
esbab ve avamil-i muhtelife (muhtelif sebep ve etmenler) dolayısiyle
henüz derece-i tekâmüle isal edilememiş (olgunluk düzeyine
ulaştırılamamış) olduğu cümlemizce malûm bulunan şu mülkü idare edecek
ellerin, sıyanet eyleyerek (koruyarak) hiçbir ecanibin
(yabancının) nüfuz ve baskısı altında kalmayarak azm ve dirayetini , fatanet-i
siyasiyesini (siyasi anlayışını) vatanın ihtiyacatı uğrunda sarf
eylemeleri ve sırf bundan başka bir şey düşünmemeleri icabeder. Meb’usan intihabatı hitam buldu (millet vekili seçimleri sona erdi) Ak
sakallı babalarımızla ihtiyar kadınlarımızın , kocaları düşman kurşunuyla
şehit olan dul gelinlerimizle gelinlik kızlarımızın , babayiğit delikanlılarımızla
beşikteki yavrularımızın velhasıl necabet (soyluluk) ve asaleti ile temayüz
eden (öne çıkan) bilumum Osmanlıların hukuk-u mukaddesesini
meb’uslarımızın yed-i iktidarına tevdi' ediyoruz (güçlü ellerine
bırakıyoruz). Teessürle
arza şayan bir hal (üzülerek söylemeğe değer bir durum) varsa o da bu
mülkün bu ana kadar meşrutiyetten zerre kadar müsteliz (tat almış)
olmayıp bilakis azim zararlara düçar (uğramak) olması keyfiyetidir. Filhakika
(doğrusu) yalan söylememek lazım gelirse şimdiye kadar mukadderatımızı uhde-i
hamiyyelerine (yurseverlik sorumluluklarına) terk ederek gönderdiğimiz
vekillerimiz, vatan kaygusunu bahs-i ihtirasata (tutkulu konuşmalara)
boğdurmak suretiyle milletin kendilerinden dört gözle intizar eylediği
(beklediği) hidemat-i vataniyeye (vatan hizmetine) kavuşturmadılar . Mamafih
(bununla beraber) bu hususta yalnız bunları tenkid etmekte biraz insafsızlık
olur. Esna-i intihabda (seçim sırasında) bir takım propagandalarla cehaletimizden
istifade edilmeyerek herkes hürriyet-i fikriye ve ictihadiyesine malik
(düşünce ve inanç özgürlüğüne sahip) olsa idi duçar olduğumuz
(düştüğümüz) maddi ve manevi zararlara bittabi’ (doğal olarak) meydan
kalmaz memlekette de mamureler yerine harabeler kaim olmayarak belki kendi
yağımızla kendimizi kavuracak derecede bir servete sahip bulunurduk. Hayatla memat (ölümle yaşam) arasında
uğraştığımız şu sırada ihtiyar dünyamız, resmi ve gayri resmi kuyut ve
şürut -u gayri kanuniyeye tabi’ tutulmak (kanuni olmayan kayıt ve
şartlara boyun eğdirilmek) arzu edilirse bizi istemeyenler tarafından çizilen
mülâkat krokisi, taksim projesi katiyen tatbik olunacak (kesin olarak
uygulanacak) ,üç yüz küsur kadar milyon ümmet-i Muhammedin gitgide mahv ve
perişan olmasını intaç eyleyecektir (doğuracaktır). Hiç
bir fert tahayyül eyleyemeyiz ki zamanın nezaket-i fevkalâdesini idrâk
etmesin (olağanüstü inceliğini kavramasın). Memleketin
eskisi gibi uzun, derin şahsi münakaşaya ,....... hülasa en ufak bir noktanın
ihmâl ve .....ne tahammülü yoktur. İhityacatımızın iyi takdir edilip
siyaset-i umumiyenin ona göre tesbit ve tanzim edilmesini (belirlenip
düzenlenmesini) müstakbel meb’usanımızın gayret ve hamiyetlerinden pek
sabırsızlıkla intizar ediyoruz (bekliyoruz) Aksi takdirde esasen kenarına geldiğimiz mahuf
(korkunç ) uçurumdan kurtulmak çaresizdir. İmzasız |